Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

AlKaraKartal'dan devam!

AlKaraKartal'dan devam!

Bugün BirGün'deki yazılara ara verdim. Tekrar başlar mıyım, başlarsam ne zaman başlarım, bilmiyorum. Aradan geçecek olan zamanda eski günlerdeki gibi dünyaya AlKaraKartal'dan devam edeceğim. Alkara 'da görüşmek üzere.

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini...

Her kilidin bir periciği vardır!

Ahmet Orhan - 18 Eylül 2010 Çilingir olanlarınız bilirler: her kilidin bir periciği vardır. Anahtarın uygun kombinasyonu sağlayarak kilide girdiğinde çevrilmesiyle birlikte, kapının açılmasını sağlayan tırnağın adıdır pericik. Eğer anahtar uygun kombinasyona sahipse ve kilitle hemhal olmayı başarmışsa pericik kendiliğinden bir jestle reverans eder. Bu saygı dolu eğiliş kapıyı size ardına dek açar. Sözü, hafta içi oynanan Beşiktaş- CSKA Sofya maçlarına getirmeyi amaçlıyorum. 90 dakika boyunca zorladığı kilidi, bitime bir kala açtı Beşiktaş. Tribünlerin golden sonra beyan ettiği üzere tüm akıl fikir, yarın oynanacak Fenerbahçe maçındaymış meğer. Ama iki istisnası vardı bu ortak akıl esrimesinin: Nobre ve İbrahim Üzülmez, sanki oynadıkları ilk maç buymuş ve forma bulma şansları bu maça bağlıymış gibi oynadılar. Son şampiyon Bursaspor, hiçbir topçusunu göndermeden takıma takviye yaparken, ilk elden sol kanada Vederson’u almıştı. Kıymeti Ankaraspor-Beşiktaş ve Fenerbahçe-İnter maç...

Aile fotoğrafçısı olarak Hiddink

Ahmet Orhan - 4 Eylül 2010 Öncelikle kişisel bir tercih olarak, milli ya da ulusal takım nitelemeleri yerine “karma” sözcüğünü benimsediğimi söylemek istiyorum. Millet ve ulus kavramlarının herhangi bir ülkenin yurttaşlarından seçilen futbol takımlarını tanımlamada eksik kaldığını düşünüyorum. İspanya, Almanya, Fransa gibi ülkelerin seçme takımlarını milli/ulusal yapan şey nedir ki, sorusuna hiç girmeden ‘karma’ sözcüğünü çok daha futbol içi bulduğumu söylemekle yetineyim şimdilik. Bu hafta malum, 2012 Avrupa Şampiyonası grup maçları nedeniyle liglere ara verildi. Haftanın mana ve ehemmiyeti açısından Federasyon’un çıkarttığı TamSaha dergisi, karmanın teknik patronu Hiddink ile bir söyleşi yaptı. Soruyu soran kadar yanıtlayanın da akilliği ortaya ders almayan, ders vermeyen, neyse onu konuşan, sıradan ve normal bir söyleşi çıkarmış ortaya. Söyleşinin satır aralarında nicedir kafamda evirip çevirdiğim bir karşılaştırmayı yazıya dökme olanağı bulduğum ipuçları yakaladığımı fark ...

Futbolun Doğruları ve Delegasyon

Ahmet Orhan - 28 Ağustos 2010 Geçen hafta Beşiktaş ve Galatasaray’ın yenilgileri üzerine yeniden o bildik tartışma başladı. Yabancı teknik direktörler Türkiye’yi tanımıyor. Başarısız sonuçların faturası böylelikle “yabancı” hocalara kesilmiş oldu. Avrupa’nın beşinci büyük ligi olma iddiasındaki Spor Toto Süper Ligi’nin hala tanınmayı talep ediyor olmasındaki çelişki kimsenin dikkatini çekmiyor. Hem beşinci büyük olmayı hem de tanınmayı talep edenler, farkında olmadan ya ülkeye getirilen teknik adamların sadece 4 büyük ligi izleyebilme kapasitesine sahip olduklarını ya dördüncü ile beşinci arasındaki farkın ciddi bir uçurum olduğunu ya da Avrupa’nın sadece dört büyük ligden oluştuğunu, beşincisinin yalan olduğunu gizliden kabul etmiş oluyor. Her ligin kendi yerel farklılıklarının önemli olduğunu kabul etmekle birlikte futbolun doğrularının da hakkını teslim etmek gerekiyor. Beşiktaş-İBB Spor maçının başından sonuna ev sahibi takımın üstün bir maç çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Bele...

BirGün Spor nereye koşuyor?

Ahmet Orhan - 21 Ağustos 2010 Futbol yorumculuğu konusunda sürekli ve hızlı bir geçiş dönemi içerisinde yaşıyoruz. Bundan 8-10 yıl önce televizyonsuz çağın futbolcularını yorumcu olarak beyaz camda ve “çok satan” gazete sütunlarında görmek mümkündü. Asıl ünlerini radyolardaki maç anlatımları ve siyah beyaz gazete sayfaları zamanında edinmiş bu yorumcular tekaüt dönemlerinde önce tek kanalda TRT’nin yetiştirdiği futbol adamlarıyla bilirkişi olarak, sonra da çoklu kanal dönemlerindeki futbol şovmenleriyle parodi aktörleri olarak yer aldılar. Şimdilerde pek çoğu öte dünyada dolduruyorlar toto kuponlarını. Efsane kaleci Turgay Şeren ya da Sinyor Can Bartu bu yorumcuların -hala hayatta olan- önde gelen örnekleri olarak kabul edilebilir. Çoklu TV kanal dönemiyle birlikte şovmenler bir hayli gündem belirlediler futbolumuzda. İncir çekirdeğini doldurmayan konuları saatlerce evirip çevirerek birbirlerine saldıran, stüdyoyu kavga meydanına çevirip programdan sonra kol kola, güle eğlene evlerine...

Ortasına stat kondurulan Huzur

Ahmet Orhan - 14 Ağustos 2010 Hasret bitiyor ve bugün adı iyice kafa karıştırıcı olmaya başlayan ligimiz başlıyor -ligine reklam alan başka bir federasyon var mı acaba?- Bu vuslat haftasına eşlik eden iki adet konumuz var, çıldırtıcı boyutlara ulaşan sıcaklar ve Ramazan. Geçen yıl Manisasporlu Meduna’nın yürekleri hoplatan baygınlığı hala belleklerimizdeki yerini koruyor. Maçlarda su molaları verilecek, maçlardan sonra başarısız olan takım oyuncularının formsuzlukları oruca bağlanacak ve tüm bu süre boyunca futbolun insani boyutu üzerine farkındalığımız biraz daha artacak. Futbolun insani boyutundan söz etmek tuhaf geliyor kulağa. Hem sahada hem de tribünlerde robotlar değil; insanlar var elbette. Ancak endüstriyel vaziyetlerin bizi getirdiği noktada “hakem de insan, canım!” gibi absürt cümleler kurabiliyoruz. Çünkü endüstri, şovun sürüp gitmesi için durdurulamayan bir taşkın gibi önüne çıkanı silip süpürebiliyor, bunda bir beis görmüyor. 2010 Dünya Futbol Şampiyonası’na hazırlanan Gü...

Kırmızı plastik kova ve Guti

Ahmet Orhan - 31 Temmuz 2010 Bu yıl Şubat ayının sonlarına doğru bir sabah iş yerindeki tüm futbolperestler, hafta sonu Guti’nin Deportivo deplasmanındaki gol pasından söz ediyordu. Öyle ballandırıyorlardı ki kaçırdığım bu pası görebilmek için İnternet gezginin arama çubuğuna iki sözcük yazıp aradım: “Guti +asist”. Gelen ilk video, Kaka’nın pasıyla ceza alanına giren Guti’nin kaleciyle karşı karşıya olduğu halde topu arkasından gelen ve hedefi açık hava sinema perdesi kadar kusursuz gören Benzema’ya harika bir topuk pası çıkarttığını gösteriyordu. Benzema penaltı noktası üzerinden golü “yazdıktan” sonra, sanki golü atan Guti’ymiş gibi onun sevincini paylaşmaya koşuyordu. O video karşısında şöyle düşünmüştüm, şu hareketi yapan adam bir futbol azizidir, azizim. İşte o aziz, yaklaşık 5 ay sonra İnönü çimlerinde arzı endam etti. İnanmakla inanamamak arasında gidip gelirken, hazretin kartal pozu verdiği sırada, arkasında üzeri kapatılmış reklam panolarının önündeki kırmızı plastik kova ben...

Genç Futbolcular Cehennemi

Ahmet Orhan - 24 Temmuz 2010 Geçen sezonun devre arasında Fenerbahçe’den ayrılan Roberto Carlos, Brezilya’ya gider gitmez bir açıklama yaparak “Fenerbahçe’de sevgisizlik hâkim” demeye getiriyordu. Paramı vermediler, orada futbol çok geri, uyum sağlayamadım gibi şeyler söyleseydi zaten aklımda kalmayacaktı. Ancak bir futbolcunun sevgi yokluğundan söz etmesi hem manidar hem de inciticiydi. Ne de olsa bizim buralardan söz ediyor ve içten içe hissettiğimiz bir yokluğu tokat gibi çarpıyor yüzümüze. İster istemez canı acıyor insanın, inciniyor. Geçen haftalarda Emre Belözoğlu hakkında birkaç satır yazmıştım. Kendisine yapılan her hareketi adli bir vaka gibi algıladığından dem vurmuştum. Bu hafta da bir Sabri-Arda ortak yapımı izledik. Ne oldu, nasıl oldu da bu iki “milli” topçu sokak kavgasına giriştiler, inanın hiç önemi yok. Önemli olan nasıl olup da bu çocukların hafif bir esintiden aşıyı kapıyor oldukları. Küçüklüğümde mahallede bazı genç irisi çocuklar hatırlıyorum. Sokak sokak gezer “...

Hepimiz yunusuz!

Ahmet Orhan - 17 temmuz 2010 Dünya kupası bitti. Yine döndük kendi çayırımızda otlamaya. Dakika bir gol bir; Emre Belözoğlu’nun antrenmanı terk ettikten sonra kıldan ince boynuyla doldurduğu manşetleri okuduk. Kendisine yapılan her hareketi adli bir vaka olarak algılayan ve cezayı hemen oracıkta kesmeye çalışan bir tıynetin son temsilcisi olmasını umduğum Emre sayesinde ayaklarımız yere bastı, gerçeğimizi bir kez daha hatırladık. Bu yıl da aynı incir çekirdeği muhteviyatında boncuk arayacak olan renkli basınımız derin bir ohh çekti: “Emre’den Kocaman Özür”. Söz birliği etmişçesine manşetler bir örnek. Bu topçunun hayatının yarısı ‘yanlış’ yapmakla diğer yarısı da özür dilemekle heba oluyor. İşte bir ay sonra yeniden içine gömüleceğimiz çayırlarımızın tatsız, tuzsuz sofrasını şimdiden kurmaya başladık bile. Bu içe kapanma hali sadece futbolumuza özgü değil elbette. Mavi Marmara’yı da, ‘Ermeni Sorunu’nu da aynı kapanmayla algılayıp ona uygun sofralar kuruyoruz. Sabah kalkıp gazetelere g...

2010 için sevgi ve sefaletle

Ahmet Orhan - 10 Temmuz 2010 2010 Afrika Dünya Kupası başlarken Arjantin, kayıtsız şartsız favorimdi. Tıpkı diğer bütün kupalarda olduğu gibi. Hele bu yıl geminin dümenine Diego Armando Maradona’nın geçmiş olması benim için ayrı bir motivasyon olmuştu gök mavi – beyazları desteklemek için. Grup maçları Arjantin’in futbolu hakkında ip uçları veriyorsa da “kazanan nasıl olsa haklıdır” ön yargısıyla pek de umursamadığım doğrudur elbette. Öte yandan büyük bir eksikler ordusuyla kendisini olmayanları üzerinden vareden Almanya benim için kupanın sürprizi olmuş ve her zamanki “futbol on bir kişiyle oynanan ve sonunda hep Almanların kazandığı bir oyundur” anlayışına nispet edercesine güzel futboluyla gönlümü çelmişti. İşte bu Salinger dünyasının iki kahramanının çeyrek finalde karşılaşması futbol için büyük bir keyif olmaya namzetti. Maçın doksan dakikasına sığdırılmış dört gol Berlin duvarının yıkılışı gibi sevinç ve hüznün bir arada yaşanması gibiydi. Ama daha çok hüzün vardı. Gönülçelenimin...

Cüneyt Çakır La Liga’ya

Ahmet Orhan - 26 Haziran 2010 1986-87 sezonunda Ankara’da oynanan Ankaragücü-Beşiktaş maçının 83. dakikasında hakem Ahmet Akçay Hüsnü’nün yaptığı ortaya sırt plasesini yapıştırmış ve Ankaragücü’nü öne geçiren sayıyı kaydetmişti. O gün ilk kez hakemin de oyuncu olarak kabul edildiğini öğrenmiştim. Elbette çok kafa karıştırıcıydı benim için, demek ki sahada iki değil üç takım vardı. Yani bir futbol maçının takım dizilişi 11-11-3 olarak benimsenmişti. Şimdilerde oyuna dördüncü oyuncu-hakemin de eklenmesiyle taktik diziliş 11-11-4’e dönüşüverdi. Ama hakemlerin oyuna negatif müdahalelerinde bir değişiklik olmadı. MHK, Eylül ayından itibaren hayata geçireceği bir uygulamayla profesyonel hakemliğe start veriyor. Bu uygulamayla üst klasman hakemlerinin maç ve antrenman başına alacağı para arttırılacak, futboldan başka bir şey düşünmemesi sağlanacak. Hatta örnek olaylarla kurgulanmış özel maçlar yöneterek, pozisyon antrenmanları yapacak. Bu uygulama, umuluyor ki, olumlu sonuçlar verecek, hakem...

İtalyanlar da kupaya “fransız”

Ahmet Orhan - 26 Haziran 2010 Ben bu yazının başına oturduğumda 2 grup dışında ilk tur maçları tamamlanmıştı. 2010 Güney Afrika Dünya Kupası, maçlar ilerledikçe ilginç sonuçlara sahne olmaya başladı. İşte size eleme gruplarının sübjektif bir panoraması: A Grubu: İrlanda’nın laneti Platini tüm hakemlerin gözlerini elleriyle kapatırken, Henry’nin eli de İrlanda’nın cebindeki Güney Afrika biletini çekip almıştı. Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi sorusuna Fransız Karması “fransız” kaldı; ama tribünlerde vuvuzelalar yanıtı fısıldıyorlardı sürekli, “İrlanda, İrlanda!”. El çabukluğu marifetiyle geldikleri turnuvadan sinkaflar, boykotlarla ayrıldılar. B Grubu: Diego’nun dönüşü Bir futbol azizi olan Zidane’ın 2006’da Materazzi’ye attığı kafa nasıl bir memnuniyetle karşılanmışsa; bir futbol tanrısı olan Maradona’nın 1986’da İngiltere’ye eliyle attığı gol de pek çoğumuzun yüreğini ferahlatmıştı. Maradona ile Henry arasındaki fark, birisinde halkın (Falkland Savaşı’nı hatırlayın) diğer...

Vuvuzela candır!

Ahmet Orhan - 19 Haziran 2010 Meksika Dalgası olarak bildiğimiz, kısa sürede tüm dünyaya yayılan tribün şovu bile 86 Dünya Kupası finallerinin önüne geçememişti. 2010 Güney Afrika finalleri ise daha ilk gününden zurna-korna karışımı enstrümandan çıkan sinir bozucu gürültü ile konuşulmaya başladı. Elbette bunda ilk maçlardaki golsüz ve sıkıcı futbolun da payı var. Her ne kadar Güney Afrikalı bir bakan, geleneklerine saygı duyulmasını istese de gayri resmi kaynaklar vuvuzelanın Afrika değil Meksika kökenli olduğunu hem de 70’lerde ortaya çıktığını internet âleminin ajanslarına geçtiler bile. 90’lı yıllarda Afrika’ya teneke olan orijinalinden plastik seri üretimle adapte edildiğini de aynı kaynaklardan öğrendik. Yani Afrikalı bakanın demecini yemedik pek. Endüstriyel durumların vitrine çıktığı en büyük organizasyonlardan birisi her yıl düzenlenen Şampiyonlar Ligi iken diğeri de Dünya Kupası finalleri. Bu final başlamadan önce yeryüzünün vicdan sahibi insanları Güney Afrika’yı mercek altı...

Revivo ve Ashdod FC

Ahmet Orhan - 5 Haziran 2010 Yükü insani yardım ve 9 ölü olan Mavi Marmara, İsrail SAT komandoları tarafından limana çekilmeden önce Ashdod diye bir kentin adını hiç duymamıştım. O kentin Ashdod FC adında bir futbol takımı olduğunu ve Haim Revivo’nun, doğduğu bu kentin takımında, şimdi non-executive director olduğunu da hiç bilmiyordum. Bu sezon Maccabi Hayfa’nın 77 puanla şampiyon olarak tamamladığı ligde Ashdod, 43 puanla 6. sırada bitirdi. Sadece mavi renklere sahip olan kulübün içerdeki maçlarını sarı kırmızılı forma ile oynamaya başlamasını Revivo’nun kulüpteki varlığına bağlayanlar var. Ashdod takımı 27 kişilik kadrosunda Bosna Hersek, Hırvatistan, Uruguay, Rusya, Sırbistan, Kamerun, Etiyopya, Fransa ve Bulgaristan’dan oyuncular bulunduruyor. 2004-2005 yılında en parlak sezonunu yaşayan takım UEFA Kupası’na katılma hakkını elde etti. Toto kupasında ise finale kadar yükselseler de penaltı vuruşları sonucunda Slovenya takımına kaybettiler. Mustafa Denizli Fenerbahçe’deki kariyerin...

Yetenek Yönetimi

Ahmet Orhan - 29 Mayıs 2010 Futbolla sadece “modern” haliyle ilgilenmekle kalmayıp futbol tarihine de merak saran herkesin bildiği, bu güzel oyunun İngiliz işçi sınıfının muhteşem bir icadı olduğudur. Aztek ve Çin tarihlerinde örneklerine rastlansa da bugün dünyanın devraldığı miras İngilizlerin futbolu diyebiliriz. Sanayi Devrimi sonrası ağır çalışma koşullarının yarattığı stresten kurtulmak için bir meşin yuvarlağın peşinde uçsuz bucaksız çayırlarda koşturmaktan ibaret bir oyun olarak doğuyor futbol. Çizgiler yok, hakem yok, başlama ve bitiş saati yok, oyuncu sayısı sınırsız. Hafta içi, Athletico Bilbao’nun efsane kaptanı Etxeberria’nın jübilesi de benzer görüntülere sahne oldu. 11 Bilbaolu A takım futbolcusu, tam tamına 100 adet alt yapı futbolcusuyla maç yaptı. 5-3 gibi bir skorla A takım lehine biten maçta çocukların gol sevinçleri gerçekten görülmeye değer. La Liga’yı 54 puanla sekizinci sırada bitiren Bilbao’nun “futbol ülkesi olmak ne demek?” sorusuna verdiği bir yanıt gibiydi...

Kaybetmeyi bilmek

Ahmet Orhan - 22 Mayıs 2010 2009-2010 futbol sezonundan aklımızda bir yanlış anons, yanan bir Şükrü Saraçoğlu, Fenerbahçe’nin tek büyük (!) takım olduğu ve Rüştü’nün telefonuna hâkim olamadığı kaldı. Her sezonun sonunda Fenerbahçe, şampiyon olsa da olmasa da mutlaka kendisinden söz ettirecek bir hamle yapıyor mutlaka. Bu biraz Aziz Yıldırım klasiği. Kazandığı zaman itaate davet eden, kaybettiğinde ise sataşan bir klasik. 3 ana başlıkta toplanabilir Yıldırım’ın konuşması, i) İstifa etmiyorum, ii) M. Gökçek ve F. Çelik spora siyaset karıştırıyorlar, iii) Rüştü bir tele-teşvik çetesine üye. Bir kulübün başkanı, futbol takımı ikinci oldu diye istifa ediyorsa, orada bir şeyler ters gidiyor demektir. Hele ki, diğer branşlarda neredeyse tulum çıkaran bir camianın başkanı bırakın istifa etmeyi, yılın spor adamı seçilmeliydi. Ama olamıyor işte. Kibir her zaman, her yerde itici oluyor. Gökçek ve Çelik’in spora siyaset karıştırdıkları iddiası da ilginç. Siyasi kimliği olan bir kişinin lig maçlar...

Kale Düştü Kel Göründü

2009-2010 sezonu bir ihtilala sahne oldu. 3 büyüklerin egemenliği Bursaspor tarafından ağır biçimde tehdit edildi ve alaşağı oldu. Hem de geçen sezonun Sivasspor’una göre çok daha büyük bir sempati kazanarak. Ahmet Orhan - 19 Mayıs 2010 Bir takımını Gökçek projesine kurban veren Türkiye Süper Ligi tatsız başlamıştı. Ankaraspor’un düşürülene kadar maç yaptığı rakipleri açısından da, maç yapmadan 3 puanı cebe indirecek olan diğer takımlar açısından da ortada bir haksızlık vardı. Bu küme düşürülme Sivasspor ve Manisaspor gibi takımların ligde kalmasını sağladı dersek yanlış söylemiş olmayız. Ankaraspor karşısındaki kararlı tavrını Diyarbakırspor karşısında sürdüremedi Federasyon. İstanbul BB ile oynana ve son dakikalarda tatil edilen maçın skoru 1-0 tescil edilerek “hükmen” küme düşürülmeye hükmedilemedi. Bu da ne denli eyyamcı bir futbol mevzuatımız olduğunu bir kez daha gösterdi bize. Öte yandan Bursaspor fırtınası, formsuz 3 büyüklerin tatsız tuzsuz maçlarıyla idare etmeye mahkûm fut...

Yeşil Çayır Saksısını Kıran İhtilalciler

İtaat Edilecek Değil Selamlanacak Şampiyon Ahmet Orhan - 18 Mayıs 2010 34 haftalık bir maratonun sonunda paranın, süksenin, endüstriyel durumların, tehdidin işe yaramayabileceğini gördük. Bursaspor, rakiplerinin tek bir futbolcusunun maliyetini ancak bulan bir bütçeyle şampiyon olmayı başardı. Bu şampiyonluk, Trabzonspor’un 1975-1976 sezonunda kazandığı ilk şampiyonluktan biraz daha manidar. Çünkü Trabzonspor’un şampiyon olduğu yılların tersine 2010 yılı endüstriyel futbolun, zengin olmayan kulüplerin üzerine çok daha ağır bir biçimde çullandığı bir yıldı. Bu nedenle Bursaspor’a şapka çıkartıp selamlamak gerekiyor. Bugüne kadar gördüğümüz 3 büyüklerin şampiyonluklarında bize hep paranın satın alma gücüne itaat etmemiz emrediliyordu. İlk kez endüstrinin yenildiği, “arkadaşlığın” sisteme galebe çaldığı bir şampiyonluk yaşadık. Bu şampiyonluğun mimarlarına bakacak olursak, öncelikle Ertuğrul Sağlam’ın Beşiktaş’tayken yapmasına izin verilmeyen ne varsa; onları yapmasına olanak tanıyan Bur...

Günün en güzel saatleri bunlar, yanımda kal!

Ahmet Orhan - 15 Mayıs 2010 Elinizden düşüremediğiniz kitaplar mutlaka olmuştur. Bir yandan büyük bir iştahla okur bir yandan da kalan sayfalara bakıp hızla bitecek olmasına hayıflanırsınız. Hep onunla olmak istersiniz; ama çevirdiğiniz her sayfanın sizi ayrılığa biraz daha yakınlaştırdığını bilirsiniz. Çok muhabbetin tez ayrılık getirdiği, hepimizin kulağında bir miras olarak çınlasa da içimizdeki muhibbin dur durak bilesi yoktur. Bir kez daha 9 kısımdan 34 bölümlük lig kitabının sonuna geldik işte. Son sayfayı bugün ve yarın çevirmiş olacağız. Sonra Ağustos’a kadar “eşini gaip eyleyen bir kuş” gibi, dut yemiş de susmuş bir bülbül gibi kalakalacağız ortada. Türlü şikayetler ettiğimiz sevgilimizden üç gün ayrı kalınca nasıl özlüyor ve nasıl koşup dizlerine başımızı yaslamak istiyorsak… Ligin sonuna geldik. Dünya kupası bizi biraz oyalayacak olsa da pazartesi günleri bundan sonra gerçek birer sendrom. Bize her hafta çok bilmiş bir golcü, bir kaleci, bir teknik direktör olma hazzı yaşa...