Ana içeriğe atla

AlKaraKartal'dan devam!

2010 için sevgi ve sefaletle

Ahmet Orhan - 10 Temmuz 2010 2010 Afrika Dünya Kupası başlarken Arjantin, kayıtsız şartsız favorimdi. Tıpkı diğer bütün kupalarda olduğu gibi. Hele bu yıl geminin dümenine Diego Armando Maradona’nın geçmiş olması benim için ayrı bir motivasyon olmuştu gök mavi – beyazları desteklemek için. Grup maçları Arjantin’in futbolu hakkında ip uçları veriyorsa da “kazanan nasıl olsa haklıdır” ön yargısıyla pek de umursamadığım doğrudur elbette. Öte yandan büyük bir eksikler ordusuyla kendisini olmayanları üzerinden vareden Almanya benim için kupanın sürprizi olmuş ve her zamanki “futbol on bir kişiyle oynanan ve sonunda hep Almanların kazandığı bir oyundur” anlayışına nispet edercesine güzel futboluyla gönlümü çelmişti. İşte bu Salinger dünyasının iki kahramanının çeyrek finalde karşılaşması futbol için büyük bir keyif olmaya namzetti. Maçın doksan dakikasına sığdırılmış dört gol Berlin duvarının yıkılışı gibi sevinç ve hüznün bir arada yaşanması gibiydi. Ama daha çok hüzün vardı. Gönülçelenimin gencecik kadrosuyla yarattığı resital futbol adına bir sevinç yaratırken; kadim sevgilinin herhangi bir varlık göstermeksizin sahadan boynu bükük ayrılması katmerli bir hüzündü. 86 ruhunun, tanrının ya da herhangi bir faninin elini gereksinmeksizin galebe çalacağına inanmak istiyordum içten içe. Öyle olmadı.

Yoluna devam eden gönülçelenimin yarı finalde karşılaşacağı İspanya Karması maçında da bir yanım Barca omurgasıyla tertiplenen “matadorları” izlerken, diğer yanım defalarca futbolundan nefret ettiğim Alman Karmasını bu kez ilk defa hafiften destekliyordu. Heyhat! 2008’den bu yana aynı futbolu oynayan İspanya, başında kim olursa olsun; aynı ezberle, aynı cüretkar ısrarıyla, Salinger’i yitirişimizin bir kaç ay sonrasında kişisel gönülçelenimi de kupanın metaforik mezarlığına göndermeyi başarıyordu.

Kimileri hiç Dünya Kupası kazanamayan Hollanda’yı Johan Cruyff’un aziz anısına desteklerken, kimileri de tarihinde ilk kez finale çıkan İspanya Karmasını desteklemek üzere turnuvadaki duruşlarını biçimlendirdiler bile. Oysa benim için dört yıllık bekleyişin ardından, tüm sihiri vuvuzela ağıtları içinde yitip giden bir seri kaldı geride. Uruguay’ın Hollanda karşısındaki son dakika hamlesi futbol tanrıçalarınca isabetli bulunsa ve skor değeri kazansaydı final, hiç olmazsa bir Forlan değeri kazanacktı. O Forlan ki yarı final maçı öncesi “ Topu topu üç maç kazandık, abartamaya gerek yok. Bizim dünya futbolunda boy gösterebilmemiz için önce birinci dünya ülkeleriyle aramızdaki ekonomik uçurumun kapanması gerekli.” diyecek kadar meseleye uyanmış bir Uruguauy ‘’Zidane’ı olduğunu gösteriyordu herkese.

Böylelikle kim kazansa üzerine keyifle ahkâm kesmemi olanaksız kılan bir finale gelmiş olduk. Bari futbol kazansın. Taktik hamlelerle sadece üzerine yatılacak bir golün beklenmediği, kupadan sonrası tufan anlayışının hâkim olmadığı, herkese cinnet getiren vuvuzelalar eşliğinde cinnetkar bir futbol şöleninin sergilendiği bir final olsun. Iniesta’nın ara pasıyla buluşan Da Villa ilk çentiği atsın, Roben sağdan girip ters ayakla Casillas’ı avlasın. O kadar çok tekrar etsin ki bu güzellik; gol krallığı bu maçta atılan gollerle bir o takıma bir bu takıma gitsin gelsin. Son dakikalara doğru maç bitti derken uzasın, uzadı derken bitecek gibi olsun. 90 artıda Sketelenburg kornere kafa vurmak için İspanya ceza alanına depara kalkmışken, Casillas da kaptırılan topun peşinden kalesine dönmek için ter döküyor olsun.
“Sen tanıdığım en zeki Amerikalısın” diyen Salinger’in Esmesi gibi, bu izlediğimiz en iyi Dünya Kupası maçı olsun. Hiç değilse.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini

Revivo ve Ashdod FC

Ahmet Orhan - 5 Haziran 2010 Yükü insani yardım ve 9 ölü olan Mavi Marmara, İsrail SAT komandoları tarafından limana çekilmeden önce Ashdod diye bir kentin adını hiç duymamıştım. O kentin Ashdod FC adında bir futbol takımı olduğunu ve Haim Revivo’nun, doğduğu bu kentin takımında, şimdi non-executive director olduğunu da hiç bilmiyordum. Bu sezon Maccabi Hayfa’nın 77 puanla şampiyon olarak tamamladığı ligde Ashdod, 43 puanla 6. sırada bitirdi. Sadece mavi renklere sahip olan kulübün içerdeki maçlarını sarı kırmızılı forma ile oynamaya başlamasını Revivo’nun kulüpteki varlığına bağlayanlar var. Ashdod takımı 27 kişilik kadrosunda Bosna Hersek, Hırvatistan, Uruguay, Rusya, Sırbistan, Kamerun, Etiyopya, Fransa ve Bulgaristan’dan oyuncular bulunduruyor. 2004-2005 yılında en parlak sezonunu yaşayan takım UEFA Kupası’na katılma hakkını elde etti. Toto kupasında ise finale kadar yükselseler de penaltı vuruşları sonucunda Slovenya takımına kaybettiler. Mustafa Denizli Fenerbahçe’deki kariyerin

Özür Dilemeyi Bilmek

Ahmet Orhan - 26.12.2009 Geçen hafta İstanbul müthiş bir eylemle çalkalandı. Aslında çalkalanması gerekirdi; ama bir iki plaza gazetesi iç sayfadan gördü ve geçildi bu eylem. Özü itibariyle 40 yaşlarında bir erkek, sevgilisinin kendisini terk etmesindeki hatalarını affettirmek için kendisini cezalandırarak Cevizlibağ Metrobüs durağında bir buçuk saat boyunca elinde “bir kadının onurunu kırdım, bütün kadınlardan özür dilerim” yazan bir pankart taşıdı. 40 yıl bekleyip bulduğu, görür görmez “işte bu” dediği bir aşkı kaybetmesinin nedenini şöyle açıklıyordu eylemci: “erkek öğretisi gereği sevgilimi sahiplendim ve olmayacak hatalar yaptım. O kadar yukarılara çıkardım ki onu benim yüzümden aşağılara düştü. Ve kadınlar o kadar onurlu ki düşerken hiçbir yerinden tutamazsınız. Tuttuğunuz yer elinizde kalıyor, kırılıp dökülüyor”. Bu açıklamayı okuduktan sonra tüylerim diken diken oldu. Bu eylemci arkadaşı kara kamunun gözünden dilinden esirgemek, saklayıp kollamak istedim. Bunca etkilendikten s