Ana içeriğe atla

AlKaraKartal'dan devam!

Hepimiz yunusuz!

Ahmet Orhan - 17 temmuz 2010 Dünya kupası bitti. Yine döndük kendi çayırımızda otlamaya. Dakika bir gol bir; Emre Belözoğlu’nun antrenmanı terk ettikten sonra kıldan ince boynuyla doldurduğu manşetleri okuduk. Kendisine yapılan her hareketi adli bir vaka olarak algılayan ve cezayı hemen oracıkta kesmeye çalışan bir tıynetin son temsilcisi olmasını umduğum Emre sayesinde ayaklarımız yere bastı, gerçeğimizi bir kez daha hatırladık. Bu yıl da aynı incir çekirdeği muhteviyatında boncuk arayacak olan renkli basınımız derin bir ohh çekti: “Emre’den Kocaman Özür”. Söz birliği etmişçesine manşetler bir örnek. Bu topçunun hayatının yarısı ‘yanlış’ yapmakla diğer yarısı da özür dilemekle heba oluyor. İşte bir ay sonra yeniden içine gömüleceğimiz çayırlarımızın tatsız, tuzsuz sofrasını şimdiden kurmaya başladık bile.

Bu içe kapanma hali sadece futbolumuza özgü değil elbette. Mavi Marmara’yı da, ‘Ermeni Sorunu’nu da aynı kapanmayla algılayıp ona uygun sofralar kuruyoruz. Sabah kalkıp gazetelere göz attığımda çocukluğumdan kalan bir feryadı hatırladım “Annee, yine mi kapuska?”

Aynı günün akşamı, Beşiktaş taraftarı yetişti imdadıma. Kapuskalı sofranın tam ortasına yerleştirilmiş bir büyük rakı gibi keyfim gıcırdadı. Beşiktaş, bir kaç etaptan oluşan Avrupa Ligi vizesi alabilmek için ilk olarak Faroe Adaları’na başvurdu ve vize görüşmeleri sırasında tribünlerde hepimizi iliklerimize kadar donduran bir katliam dile getirildi: “Faroe Adaları’nda Yunus katliamına son”.


Rakip belli olur olmaz Beşiktaş forumlarında tartışılmaya başlayan bir konuydu bu. Her yıl geleneksel olarak düzenlenen katliam, eğer bilgiler yanlış değilse, bu kuzeyli Viking torunlarının ergenlikten erkekliğe geçiş ritüeli olarak biliniyor. Yani U18 takımı rüştünü ispat etmek, kız istemeye başı dik gidebilmek, erkek ve egemen olduklarını ilan edebilmek için bir kaç Calderon yunusunu boğazlamak durumundalar. Beşiktaş forumları bu konuyu kurban bayramı ile karşılaştırarak tartıştı önce (bana daha çok sünnet törenlerini çağrıştırdı aslında). Sonrasında böyle bir pankart açmaya karar verildi.


Nihat’ın iki golle geri dönüşü, Quaresma’nın sol ayağının hüneri, Tabata’lı - Delgado’lu tertibin keyfi, Nobre’nin golü hatırlamasının sevinci ne ise Beşiktaş taraftarının kendi içine kapanma hastalığına yenik düşmemesi de o derecede vericiydi.

Cudi Dağı’ndaki ormanlık alan neredeyse bir aydır yanıyor. TSK’nın bir opreasyonunda başlayan yangın daha önce boşaltılmış bir kaç köyü yuttu. Geçen sene Diyarbakırspor maçlarıyla ah alarak şampiyon olan Bursaspor’un taraftarları keşke Stoke City maçına çıkarken “Cudi’deki yangını söndürün!” yazan bir pankart açsalardı. Ya da keşke dün Tuzla tersanelerinde hayatını kaybeden Nurettin Bingöl için ilk maçta Fenerbahçe taraftarı “Tuzla’da işçi katliamına son!” diye inletebilse tribünleri.

Medya Kapıkule’den içeriye kapanıyor, tribünler kendi takımlarının başarısına. Kapandıkça Mormonlar’a benziyoruz, duygularımız köreliyor, taraftar olmayı insan olmamızın önüne koyuyoruz. Otomatik olarak itaat etmeyi, önümüzdeki sofraya sorgulamadan yumulmayı alışkanlık haline getiriyoruz. Bu da elbette yaşam kalitemizi belirliyor. Sürekli hamurla beslenip, hamur kafalı insanlar olup çıkıyoruz.

Kuzey’deki yunusların böğründen kargışlanarak katledilmesini ta içinden hisseden Beşiktaş taraftarının önünde saygıyla eğiliyorum. Soframdaki tadım tuzum oldular.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini...

Futbolun Doğruları ve Delegasyon

Ahmet Orhan - 28 Ağustos 2010 Geçen hafta Beşiktaş ve Galatasaray’ın yenilgileri üzerine yeniden o bildik tartışma başladı. Yabancı teknik direktörler Türkiye’yi tanımıyor. Başarısız sonuçların faturası böylelikle “yabancı” hocalara kesilmiş oldu. Avrupa’nın beşinci büyük ligi olma iddiasındaki Spor Toto Süper Ligi’nin hala tanınmayı talep ediyor olmasındaki çelişki kimsenin dikkatini çekmiyor. Hem beşinci büyük olmayı hem de tanınmayı talep edenler, farkında olmadan ya ülkeye getirilen teknik adamların sadece 4 büyük ligi izleyebilme kapasitesine sahip olduklarını ya dördüncü ile beşinci arasındaki farkın ciddi bir uçurum olduğunu ya da Avrupa’nın sadece dört büyük ligden oluştuğunu, beşincisinin yalan olduğunu gizliden kabul etmiş oluyor. Her ligin kendi yerel farklılıklarının önemli olduğunu kabul etmekle birlikte futbolun doğrularının da hakkını teslim etmek gerekiyor. Beşiktaş-İBB Spor maçının başından sonuna ev sahibi takımın üstün bir maç çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Bele...

Özür Dilemeyi Bilmek

Ahmet Orhan - 26.12.2009 Geçen hafta İstanbul müthiş bir eylemle çalkalandı. Aslında çalkalanması gerekirdi; ama bir iki plaza gazetesi iç sayfadan gördü ve geçildi bu eylem. Özü itibariyle 40 yaşlarında bir erkek, sevgilisinin kendisini terk etmesindeki hatalarını affettirmek için kendisini cezalandırarak Cevizlibağ Metrobüs durağında bir buçuk saat boyunca elinde “bir kadının onurunu kırdım, bütün kadınlardan özür dilerim” yazan bir pankart taşıdı. 40 yıl bekleyip bulduğu, görür görmez “işte bu” dediği bir aşkı kaybetmesinin nedenini şöyle açıklıyordu eylemci: “erkek öğretisi gereği sevgilimi sahiplendim ve olmayacak hatalar yaptım. O kadar yukarılara çıkardım ki onu benim yüzümden aşağılara düştü. Ve kadınlar o kadar onurlu ki düşerken hiçbir yerinden tutamazsınız. Tuttuğunuz yer elinizde kalıyor, kırılıp dökülüyor”. Bu açıklamayı okuduktan sonra tüylerim diken diken oldu. Bu eylemci arkadaşı kara kamunun gözünden dilinden esirgemek, saklayıp kollamak istedim. Bunca etkilendikten s...