Ana içeriğe atla

AlKaraKartal'dan devam!

Ortasına stat kondurulan Huzur

Ahmet Orhan - 14 Ağustos 2010 Hasret bitiyor ve bugün adı iyice kafa karıştırıcı olmaya başlayan ligimiz başlıyor -ligine reklam alan başka bir federasyon var mı acaba?- Bu vuslat haftasına eşlik eden iki adet konumuz var, çıldırtıcı boyutlara ulaşan sıcaklar ve Ramazan. Geçen yıl Manisasporlu Meduna’nın yürekleri hoplatan baygınlığı hala belleklerimizdeki yerini koruyor. Maçlarda su molaları verilecek, maçlardan sonra başarısız olan takım oyuncularının formsuzlukları oruca bağlanacak ve tüm bu süre boyunca futbolun insani boyutu üzerine farkındalığımız biraz daha artacak.

Futbolun insani boyutundan söz etmek tuhaf geliyor kulağa. Hem sahada hem de tribünlerde robotlar değil; insanlar var elbette. Ancak endüstriyel vaziyetlerin bizi getirdiği noktada “hakem de insan, canım!” gibi absürt cümleler kurabiliyoruz. Çünkü endüstri, şovun sürüp gitmesi için durdurulamayan bir taşkın gibi önüne çıkanı silip süpürebiliyor, bunda bir beis görmüyor. 2010 Dünya Futbol Şampiyonası’na hazırlanan Güney Afrika’da yoksulların başına gelenler gibi örneğin. Üç kuruşa stat inşaatlarında sigortasız çalıştırılan insanlar. Maçların oynanacağı kentleri “soylu”laştırmak için evlerinden edilen gecekondu halkı, stat çevrelerinden sürülen seyyar satıcılar gibi. Ya da Huzur Mahallesi sakinleri gibi.
Her İstanbullu bilmez, Huzur mahallesi Kağıthane’de Aslantepe civarındadır. Muhteşem bir zihniyetin ürünü olarak kondurulan ikinci köprü için açılan TEM otoyolundan sonra mahalle ikiye bölündü. Şu aralar Galatasaray için yapılan stat inşaatı tarafında kalan mahalleliler çocuklarını otomobil trafiğine açık bir köprüden karşıya geçirerek okullarına götürüyorlar. Huzur Mahallesi, eski zaman kalelerini koruyan, içi timsahla dolu su hendekleri gibi kendilerini İstanbul’dan ayıran TEM nehrini ancak bu köprüyle aşabiliyorlar. Canlarını dört tekerlekli timsahlardan koruyarak kentle etkileşime girebildikleri tek geçit bu köprü. Stat inşaatı başlamadan önce çevre düzenlemesi kapsamında bu köprünün yıkılacağı; ancak daha önce mutlaka bir üst geçit yapılacağı duyurulmuştu. Oysa hafta içi bir akşam vakti ansızın yıkım ekipleri çıkageldiler. Üstgeçidin esamisi bile yoktu henüz. Kulaktan kulağa yayılan haberle kısa süre içinde mahalleli olay yerine gelerek köprüyü savundu. Daha sonra sahura kadar daha sonra sabaha kadar köprülerinde nöbet tuttular.

Aslantepe’yi sadece Türk Telekom Arena’dan ibaret gören zihniyetin gözünde Huzur Mahallesi sakinleri o kadar değersiz çünkü. O zihniyet bu arenada oynanacak final maçlarını, kaldırılacak kupaları, o organizasyonlardan gelecek nemaları daha çok önemsiyor. Her sabah okuluna gidebilmek için TEM’in bir ucundan diğer ucuna ölüm yolculuğuna çıkacak olan öğrenciler bu zihniyetin gözünde doğal seleksiyona boyun eğmesi gereken eğitim zayiatlarından başka bir şey değil. Bu zihniyetin adı TOKİ, yüklenici firma ya da her neyse. Adları değişse de endüstriyel vaziyetlere olan tutkunlukları değişmiyor. Bir önceki yüklenici firmanın inşaat işçilerine aylarca maaş ödemediğini, eylem yapan işçilerin işine son verdiğini hatırlayın. Evine aylarca ekmek götüremeyen işçileri yaptıkları eylemler nedeniyle şov yapmakla suçlayan stat müdürünün açıklamasını hatırlayın: “Eylem yapmak herkesin hakkı; ama biçim de önemli. Paralarını ödeyip hesaplarını keseceğiz.”

Futbol her zaman yoksulların sporu olmuştur. Herhangi bir yıldız futbolcu gösteremezsiniz ki anadan atadan zengin olsun. Tok adamın çekeceği eziyet değil çünkü futbolculuk; ayrıca tok adamın peşinde koştuğu prestij, futbolculuğa gönül indirmez pek. Tok adam oğlunun Beşiktaş’ın efsane Rızası olmasındansa, bilmem ne holding’in CEO’su olmasını tercih eder. Seyirciler açısından da durum çok farklı değildir aslında. Localar ve VIP tribünleri saymazsak, ezici çoğunluk Huzur Mahallesi sakinleridir. Ve Endüstriye vaziyetler futbolun asıl izleyicisine, reklamların asıl pompalandığı kitleye, ileride aralarından Arda’lar çıkaracak olan ailelere, zulmetmekten çekinmiyor.

Futbol sözcüğüne yabancılaştırılmış bir insanlık çağındayız. O kadar yabancılaştırılmış ki, futbolun insani yanı adıyla bir akademik başlık açılabilir neredeyse. Sosyologlar, spor akademileri nesli tükenen su kuşlarını inceler gibi bu konu üzerinde incelemeler yapsınlar, araştırsınlar.
Hem Afrika’da hem de İstanbul’da…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Revivo ve Ashdod FC

Ahmet Orhan - 5 Haziran 2010 Yükü insani yardım ve 9 ölü olan Mavi Marmara, İsrail SAT komandoları tarafından limana çekilmeden önce Ashdod diye bir kentin adını hiç duymamıştım. O kentin Ashdod FC adında bir futbol takımı olduğunu ve Haim Revivo’nun, doğduğu bu kentin takımında, şimdi non-executive director olduğunu da hiç bilmiyordum. Bu sezon Maccabi Hayfa’nın 77 puanla şampiyon olarak tamamladığı ligde Ashdod, 43 puanla 6. sırada bitirdi. Sadece mavi renklere sahip olan kulübün içerdeki maçlarını sarı kırmızılı forma ile oynamaya başlamasını Revivo’nun kulüpteki varlığına bağlayanlar var. Ashdod takımı 27 kişilik kadrosunda Bosna Hersek, Hırvatistan, Uruguay, Rusya, Sırbistan, Kamerun, Etiyopya, Fransa ve Bulgaristan’dan oyuncular bulunduruyor. 2004-2005 yılında en parlak sezonunu yaşayan takım UEFA Kupası’na katılma hakkını elde etti. Toto kupasında ise finale kadar yükselseler de penaltı vuruşları sonucunda Slovenya takımına kaybettiler. Mustafa Denizli Fenerbahçe’deki kariyerin

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini

Özür Dilemeyi Bilmek

Ahmet Orhan - 26.12.2009 Geçen hafta İstanbul müthiş bir eylemle çalkalandı. Aslında çalkalanması gerekirdi; ama bir iki plaza gazetesi iç sayfadan gördü ve geçildi bu eylem. Özü itibariyle 40 yaşlarında bir erkek, sevgilisinin kendisini terk etmesindeki hatalarını affettirmek için kendisini cezalandırarak Cevizlibağ Metrobüs durağında bir buçuk saat boyunca elinde “bir kadının onurunu kırdım, bütün kadınlardan özür dilerim” yazan bir pankart taşıdı. 40 yıl bekleyip bulduğu, görür görmez “işte bu” dediği bir aşkı kaybetmesinin nedenini şöyle açıklıyordu eylemci: “erkek öğretisi gereği sevgilimi sahiplendim ve olmayacak hatalar yaptım. O kadar yukarılara çıkardım ki onu benim yüzümden aşağılara düştü. Ve kadınlar o kadar onurlu ki düşerken hiçbir yerinden tutamazsınız. Tuttuğunuz yer elinizde kalıyor, kırılıp dökülüyor”. Bu açıklamayı okuduktan sonra tüylerim diken diken oldu. Bu eylemci arkadaşı kara kamunun gözünden dilinden esirgemek, saklayıp kollamak istedim. Bunca etkilendikten s