Ana içeriğe atla

AlKaraKartal'dan devam!

Yetenek Yönetimi

Ahmet Orhan - 29 Mayıs 2010 Futbolla sadece “modern” haliyle ilgilenmekle kalmayıp futbol tarihine de merak saran herkesin bildiği, bu güzel oyunun İngiliz işçi sınıfının muhteşem bir icadı olduğudur. Aztek ve Çin tarihlerinde örneklerine rastlansa da bugün dünyanın devraldığı miras İngilizlerin futbolu diyebiliriz. Sanayi Devrimi sonrası ağır çalışma koşullarının yarattığı stresten kurtulmak için bir meşin yuvarlağın peşinde uçsuz bucaksız çayırlarda koşturmaktan ibaret bir oyun olarak doğuyor futbol. Çizgiler yok, hakem yok, başlama ve bitiş saati yok, oyuncu sayısı sınırsız.

Hafta içi, Athletico Bilbao’nun efsane kaptanı Etxeberria’nın jübilesi de benzer görüntülere sahne oldu. 11 Bilbaolu A takım futbolcusu, tam tamına 100 adet alt yapı futbolcusuyla maç yaptı. 5-3 gibi bir skorla A takım lehine biten maçta çocukların gol sevinçleri gerçekten görülmeye değer. La Liga’yı 54 puanla sekizinci sırada bitiren Bilbao’nun “futbol ülkesi olmak ne demek?” sorusuna verdiği bir yanıt gibiydi bu jübile maçı. Adı takımla özdeşleşmiş kaptanı yeşil sahalardan uğurlarken, şu mesajı da veriyorlardı, bu 100 çocuktan bir tanesi yeni Etxeberria olacak.

Dünya iş çevrelerinde insan kaynakları konusunda yeni bir kavramsal uygulama yavaş yavaş hayat buluyor. Yetenek Yönetimi olarak adlandırılan bu uygulamanın temel önceliği, emekliye ayrılan kilit noktadaki yöneticinin yerine içerden insan devşirmek. On yılı aşkın bir süredir, iş çevrelerindeki temel sıkıntı, üst düzey yöneticilik yapan yetenekli 68 kuşağının bir bir emekli olması. Onların yerini dolduracak yeni insanları bulabilmek için biri pahalı ve riskli diğeri çok daha ucuz ve güvenli iki seçenek var. Pahalı seçenek kelle avcılığı yöntemiyle CEO transfer etmek ve doku uyuşması riskini almak (Güiza transferi gibi). Diğeri ise şirketin altyapıdan takibe aldığı insanları yetkinliklerine uygun eğitim ve gelişim aktiviteleriyle besleyerek iç transfer yapmak. Bu insanlar kurum kültürüyle yetiştiği için riski yok; ayrıca bağlılıkları üst düzeyde (Roma’nın Totti’si gibi).

Yeniden muhteşem jübileye dönecek olursak; İspanya’nın Antepspor’u diyebileceğimiz “ortalama” bir Avrupa takımının alt yapısında 100 çocuk bulunması ilginç değil mi? Antep’te kaç alt yapı oyuncusu vardır acaba? 3 büyükler her kentte açtıkları futbol okulları nedeniyle belki toplamda bu sayılara erişiyor olabilirler; ama araştırmak lazım. Beşiktaş’ta bir türlü bulunamayan 10,5 numara, Fenerbahçe’de yıllardır olmayan sol bek ve Galatasaray’da mumla aranan stoper için ilaç Bilbao’da gizli. 100 genç yeteneğiniz var. Kaba bir ayrımla kale, defans, orta saha ve forvet diye sınıflasanız, her bir bölge için 25 adet çocuğunuz var. Elbette buradaki önemli tek nokta sadece kelle sayısı değil. 12 yaşındayken idolü olan takım kaptanının jübilesinde sahaya çıkan bir futbolcu adayının kendine güveninin nasıl pekişeceğini de hesaplarsak; elinizde göz kamaştırıcı bir maden olduğunu söylemek yanlış olmaz. Böyle bir elmas madenine sahip olmanın bedeli, her yıl sevgililerinize hediye edeceğiniz ‘tektaş’lardan inanın daha ucuz.

Beşiktaş’ın sonradan deposunu nasıl dolduracağını pek hesaplamadan Q7 peşinde koşması, Aziz Yıldırım’ın “tek büyük biziz” dedikten sonra yıldız transferler yapacağını söylemesi, Galatasaray’ın 4 genç futbolcu artı üste para vererek Çağlar’ı transfer etmesi tas-hamam cephesinde değişen hiçbir şey olmadığını gösteriyor maalesef. Ertuğrul Sağlam’ın da en az 4-5 futbolcu alacaklarını söylemesi, bu durumun kişilerden değil sistemin kendisinden kaynaklandığını gösteriyor. Modern tesisler yapılması basınımızda çokça övülür. Ancak bu tesislerin yol üstü uğrakları gibi olmasına kimse pek takılmıyor. Hancılar ve yolculardan oluşuyor sanki futbolumuz. Bu tesisleri ‘otel’ değil ‘ev’ yapmanın yolları üzerine düşünmek için henüz geç değil.

Hem bakın, öve öve bitirilemeyen endüstriyel durumların kurucusu ve kollayıcısı dev şirketler bile kalıcı hane halkı yaratabilmek için yetenek yönetimi uygulamasına geçiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini

Revivo ve Ashdod FC

Ahmet Orhan - 5 Haziran 2010 Yükü insani yardım ve 9 ölü olan Mavi Marmara, İsrail SAT komandoları tarafından limana çekilmeden önce Ashdod diye bir kentin adını hiç duymamıştım. O kentin Ashdod FC adında bir futbol takımı olduğunu ve Haim Revivo’nun, doğduğu bu kentin takımında, şimdi non-executive director olduğunu da hiç bilmiyordum. Bu sezon Maccabi Hayfa’nın 77 puanla şampiyon olarak tamamladığı ligde Ashdod, 43 puanla 6. sırada bitirdi. Sadece mavi renklere sahip olan kulübün içerdeki maçlarını sarı kırmızılı forma ile oynamaya başlamasını Revivo’nun kulüpteki varlığına bağlayanlar var. Ashdod takımı 27 kişilik kadrosunda Bosna Hersek, Hırvatistan, Uruguay, Rusya, Sırbistan, Kamerun, Etiyopya, Fransa ve Bulgaristan’dan oyuncular bulunduruyor. 2004-2005 yılında en parlak sezonunu yaşayan takım UEFA Kupası’na katılma hakkını elde etti. Toto kupasında ise finale kadar yükselseler de penaltı vuruşları sonucunda Slovenya takımına kaybettiler. Mustafa Denizli Fenerbahçe’deki kariyerin

Sevgili Hrant Ağabey

Ahmet Orhan - 16 Ocak 2010 Üç yıl oldu, diyorlar. Doğrudur. Ala güvercin kanatlarını çırpıp göğe ağışının üçüncü yılı. Yokluğun hakkında konuşurken etnik meseleye dokunmayan birisini görsem, gidip öpesim geliyor. Ah bir görsem! Bu yüzden Türkiye ve Ermenistan karmalarının Erivan ve Bursa’daki maçlarından söz etmeyeceğim. Taksimspor formalı fotoğrafına bakıyorum arada sırada. Üç çubuklu formayla dimdik duruşunu seviyorum. Hani nasıl her bir dakika Türk olduğumu hatırlamıyor ve bunu kendime söylemiyorsam; senin Ermeniliğini de sürekli aklımda tutmuyorum. Ama yine de Taksimspor’un web sayfasında gezinirken şu satırlarda adını arıyorum: “Taksimspor, bünyesinde Lefter Küçükandoniadis, Garbis İstanbulluoglu, Varujan Arslanyan, Yervant Balci, Mehmet Özgül, Agop Yakar, Minas Asa ve Garo Hamamciyan gibi birçok sporcu yetiştirmiştir.” Kendimi avutuyorum sonra, sadece sporcuları yazmışlar “ünlü”leri de yazsalardı kesin senin adını da anarlardı. Sonra bir tokat gibi patlıyor suratımda bir adın yo