Ana içeriğe atla

AlKaraKartal'dan devam!

Genç Futbolcular Cehennemi

Ahmet Orhan - 24 Temmuz 2010 Geçen sezonun devre arasında Fenerbahçe’den ayrılan Roberto Carlos, Brezilya’ya gider gitmez bir açıklama yaparak “Fenerbahçe’de sevgisizlik hâkim” demeye getiriyordu. Paramı vermediler, orada futbol çok geri, uyum sağlayamadım gibi şeyler söyleseydi zaten aklımda kalmayacaktı. Ancak bir futbolcunun sevgi yokluğundan söz etmesi hem manidar hem de inciticiydi. Ne de olsa bizim buralardan söz ediyor ve içten içe hissettiğimiz bir yokluğu tokat gibi çarpıyor yüzümüze. İster istemez canı acıyor insanın, inciniyor.

Geçen haftalarda Emre Belözoğlu hakkında birkaç satır yazmıştım. Kendisine yapılan her hareketi adli bir vaka gibi algıladığından dem vurmuştum. Bu hafta da bir Sabri-Arda ortak yapımı izledik. Ne oldu, nasıl oldu da bu iki “milli” topçu sokak kavgasına giriştiler, inanın hiç önemi yok. Önemli olan nasıl olup da bu çocukların hafif bir esintiden aşıyı kapıyor oldukları. Küçüklüğümde mahallede bazı genç irisi çocuklar hatırlıyorum. Sokak sokak gezer “ne bakıyorsun lan!” diyerek girişeceği birilerini ararlardı. Hatta onlardan bir tanesi lise yıllarında bana en büyük idealini açıklamıştı: “bu âleme adımı piç diye yazdırmadan ölmeyeceğim!”. Şimdi kime anlatsam bu piç arkadaşımın psikopatolojik sorunları olduğuna hükmediverir. Oysa Arda, Sabri, Emre gibi topçular için ülke ikiye bölünmüş durumda sanki. Bir kısmı asalım, diğer kısmı besleyelim diyor. Ama hiç kimse, ne oluyor bu çocuklara diye sormuyor.

Ülkenin pek çok futbolseveri tarafından alkışlanan genç bir topçunun Metin Oktay, Rıza Çalımbay, Ertuğrul Sağlam ya da Ergün Penbe’yi değil de Alemdar Polat’ı kendisine reis edinmesinin sadece psikolojik değil, sosyolojik temelleri de var elbette. Endüstriyel durumların fena halde sosyoekonomik kategoride servis etmeye çalıştığı güzel oyunun bizdeki algılanışı fazlasıyla ekonomi soslu olduğundan, sosyal durum bizi pek ilgilendirmiyor. Öyle olunca da takımı emanet ettiğiniz kaptanınız kahvede okeye dönerken “koşun Sabri abiyi Almanya’da kıstırmışlar” çağrısına ıstakayı kapıp koşan bir bar fedaisine dönüşüveriyor. Çünkü yöneticiler de farklı değil. Duvara astırdıkları düdüklerden oluşan koleksiyonuyla caka satan yöneticilerimiz var. Dünya şampiyonu olacak bir takımın hocasına “hoca değil, Yeniköy kasabı” diyen ağır abilerimiz, gazetecilere “ben sizi hiç dövdüm mü?” diyerek suçsuzluğunu anlatmak isteyen başkanlarımız var. Alemdar Polat’ları Çarşı’ya salanlardan söz etmiyorum bile. Carlos’un sevgi beklediği ortam işte böyle bir ortam. İşte bu ortamda kimse genç topçuya “insan ol evlat” demiyor. İnsanlık cukkayı doğrultmuyor çünkü. Daha doğrusu insanı az olan bir masa bu. İnsanı az, gençlerinden reis bozuntuları yaratan bir cehennem.

Ardagillerin, Emregillerin tek kurtuluşu öncelikle bu gibi saldırganlıkları sonunda ayaklarını bir süreliğine toptan kesecek yöneticilere sahip olmaları. Sonra bu yöneticileri alkışlayan bir medya. Her futbolcu adayının aynı zamanda bir hobisinin olmasını sağlayacak bir süreci devreye sokmak için futbol okullarında bunun sadece bir oyun; ama güzel bir oyun olduğunu anlatacak edebiyat, tarih, felsefe, müzik eğitmenlerine ihtiyaç var.

Elbette federasyona düşen görevler de var; ancak zihinlerine devlet sinmiş bir kurumdan bu konuda beklenecek tek şey yasaklar manzumesi olacağından, şimdilik onların gölge etmemeleri en hayırlısı olur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini

Revivo ve Ashdod FC

Ahmet Orhan - 5 Haziran 2010 Yükü insani yardım ve 9 ölü olan Mavi Marmara, İsrail SAT komandoları tarafından limana çekilmeden önce Ashdod diye bir kentin adını hiç duymamıştım. O kentin Ashdod FC adında bir futbol takımı olduğunu ve Haim Revivo’nun, doğduğu bu kentin takımında, şimdi non-executive director olduğunu da hiç bilmiyordum. Bu sezon Maccabi Hayfa’nın 77 puanla şampiyon olarak tamamladığı ligde Ashdod, 43 puanla 6. sırada bitirdi. Sadece mavi renklere sahip olan kulübün içerdeki maçlarını sarı kırmızılı forma ile oynamaya başlamasını Revivo’nun kulüpteki varlığına bağlayanlar var. Ashdod takımı 27 kişilik kadrosunda Bosna Hersek, Hırvatistan, Uruguay, Rusya, Sırbistan, Kamerun, Etiyopya, Fransa ve Bulgaristan’dan oyuncular bulunduruyor. 2004-2005 yılında en parlak sezonunu yaşayan takım UEFA Kupası’na katılma hakkını elde etti. Toto kupasında ise finale kadar yükselseler de penaltı vuruşları sonucunda Slovenya takımına kaybettiler. Mustafa Denizli Fenerbahçe’deki kariyerin

Özür Dilemeyi Bilmek

Ahmet Orhan - 26.12.2009 Geçen hafta İstanbul müthiş bir eylemle çalkalandı. Aslında çalkalanması gerekirdi; ama bir iki plaza gazetesi iç sayfadan gördü ve geçildi bu eylem. Özü itibariyle 40 yaşlarında bir erkek, sevgilisinin kendisini terk etmesindeki hatalarını affettirmek için kendisini cezalandırarak Cevizlibağ Metrobüs durağında bir buçuk saat boyunca elinde “bir kadının onurunu kırdım, bütün kadınlardan özür dilerim” yazan bir pankart taşıdı. 40 yıl bekleyip bulduğu, görür görmez “işte bu” dediği bir aşkı kaybetmesinin nedenini şöyle açıklıyordu eylemci: “erkek öğretisi gereği sevgilimi sahiplendim ve olmayacak hatalar yaptım. O kadar yukarılara çıkardım ki onu benim yüzümden aşağılara düştü. Ve kadınlar o kadar onurlu ki düşerken hiçbir yerinden tutamazsınız. Tuttuğunuz yer elinizde kalıyor, kırılıp dökülüyor”. Bu açıklamayı okuduktan sonra tüylerim diken diken oldu. Bu eylemci arkadaşı kara kamunun gözünden dilinden esirgemek, saklayıp kollamak istedim. Bunca etkilendikten s