Ana içeriğe atla

AlKaraKartal'dan devam!

Kırmızı plastik kova ve Guti

Ahmet Orhan - 31 Temmuz 2010 Bu yıl Şubat ayının sonlarına doğru bir sabah iş yerindeki tüm futbolperestler, hafta sonu Guti’nin Deportivo deplasmanındaki gol pasından söz ediyordu. Öyle ballandırıyorlardı ki kaçırdığım bu pası görebilmek için İnternet gezginin arama çubuğuna iki sözcük yazıp aradım: “Guti +asist”. Gelen ilk video, Kaka’nın pasıyla ceza alanına giren Guti’nin kaleciyle karşı karşıya olduğu halde topu arkasından gelen ve hedefi açık hava sinema perdesi kadar kusursuz gören Benzema’ya harika bir topuk pası çıkarttığını gösteriyordu. Benzema penaltı noktası üzerinden golü “yazdıktan” sonra, sanki golü atan Guti’ymiş gibi onun sevincini paylaşmaya koşuyordu. O video karşısında şöyle düşünmüştüm, şu hareketi yapan adam bir futbol azizidir, azizim.

İşte o aziz, yaklaşık 5 ay sonra İnönü çimlerinde arzı endam etti. İnanmakla inanamamak arasında gidip gelirken, hazretin kartal pozu verdiği sırada, arkasında üzeri kapatılmış reklam panolarının önündeki kırmızı plastik kova beni kendime getirdi. Evet, olay gerçekti! Daha önce de “yıldız” kategorisinde pek çok topçu gelip gitmişti buralara; ama o topuk pasıyla gönlümde aziz mertebesine yükselen bu adamın gelişi mümkünsüzmüş gibiydi sanki. Allah razı olsun o kırmızı plastik kovadan. Beni anında gerçekliğime döndürdü. Öyle bir gerçeklik ki bu, o kırmızı plastik kova aslında benim. Hem oraya ait değil hem de orada. İstiklal Marşı’yla açılan bir törene imza atan tertip komitesi oraya aitse ben değilim, elbette. Trilyonları topçulara dağıtıp, kulübün sittin senesini felç eden yönetim oraya aitse ben değilim, elbette. Ama işte yine de oradayım. Çamurlu paspaslarını içime daldırsınlar, bir güzel aklasınlar diye oradayım sanki. “Yeter!” nidaları “Yetmez!”e döndüğünde içimden geçerek eko kazansın diye mi oradayım acaba?

Söz sahibi olamadığımız bir arenada bir güzel oyun müptelası olmanın acısını duyuyoruz. Endüstriyel durumların taraftara biçtiği rol tam da böyle bir şey: seyretmek. Tıpkı kırmızı plastik kova gibi. Şunu söylemek gerekiyor: Guti, Deportivo maçındaki tanrının topuğu hatırına getirilmedi Beşiktaş’a. “Yıldız” beklentisindeki camiaya bir sus payı olsun diye getirildi. Ayrıca bonservisi elinde diye getirildi. Fena mı oldu? Hayır, iyi de oldu. Necip’ten yeni bir Guti yaratma olasılığı doğdu örneğin. Quaresma’nın gelmesi kötü mü? Değil elbette. Hagi’den beri görmediğimiz güzel oyun varyetelerini görme şansı bulacağız ve bu en az şampiyonluk kadar keyif vericidir. Ama Guti’yi ya da Quaresma’yı getirenlerin zihniyeti, güzel oyundan çok popülist ve koltuk sağlamlaştırma harekatından ivme alıyor. Bunu iyi görmek lazım. Dün “Yeter!” diyenlerin bugün “Yetmez!” derken neyin yetmeyeceğini iyi hesaplamaları gerekiyor.

Bu gidişle İnönü semalarında “yetmeyecek” olan daha çok İstiklal Marşı üzerinden daha şoven bir grubun kutu diye tabir edilen kapalı tribünün üst ortasını ele geçirmek için daha çok saldıracak olmasıdır. Beşiktaş’a ait olduğu düşünülen değerlerin her geçen gün biraz daha eriyerek yok olmasıdır. Artık bir şirket olan Beşiktaş’ın her an iflas bayrağını çekmeye bir adım daha yaklaşmasıdır. A2’de ter damlatan nice genç umudun giderek kararması, giderek yok olmasıdır. Her sezon başı mutlak şampiyonluk doktriniyle başlayıp sezon sonunu sinkaflarla getirmek demektir. İpotek konulan Avrupa kupalarında yine başaltı takımlara boyun eğip elenmek demektir.

Zapatistaların “Ya basta!” sloganı gibi “Yeter!” demeyi sürdürmek gerekiyor. Türkiye’ye “yıldız” futbolcular gelebilir ve gelmelidirler de. Ancak her sezon başı dağıtılıp yeniden toparlanan takım tertiplerine “Yeter!” demek gerekiyor. Hafta hafta, sezon sezon düşünebilme yetisiyle malul yöneticilere “Yeter!”, demek gerekiyor.

Ya da “ben bir kırmızı plastik kovayım, sen doldur ben boşaltayım” şiarıyla “şan-şöhret-duruş-değer” edebiyatına son vermek en iyisi olacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini...

Futbolun Doğruları ve Delegasyon

Ahmet Orhan - 28 Ağustos 2010 Geçen hafta Beşiktaş ve Galatasaray’ın yenilgileri üzerine yeniden o bildik tartışma başladı. Yabancı teknik direktörler Türkiye’yi tanımıyor. Başarısız sonuçların faturası böylelikle “yabancı” hocalara kesilmiş oldu. Avrupa’nın beşinci büyük ligi olma iddiasındaki Spor Toto Süper Ligi’nin hala tanınmayı talep ediyor olmasındaki çelişki kimsenin dikkatini çekmiyor. Hem beşinci büyük olmayı hem de tanınmayı talep edenler, farkında olmadan ya ülkeye getirilen teknik adamların sadece 4 büyük ligi izleyebilme kapasitesine sahip olduklarını ya dördüncü ile beşinci arasındaki farkın ciddi bir uçurum olduğunu ya da Avrupa’nın sadece dört büyük ligden oluştuğunu, beşincisinin yalan olduğunu gizliden kabul etmiş oluyor. Her ligin kendi yerel farklılıklarının önemli olduğunu kabul etmekle birlikte futbolun doğrularının da hakkını teslim etmek gerekiyor. Beşiktaş-İBB Spor maçının başından sonuna ev sahibi takımın üstün bir maç çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Bele...

Özür Dilemeyi Bilmek

Ahmet Orhan - 26.12.2009 Geçen hafta İstanbul müthiş bir eylemle çalkalandı. Aslında çalkalanması gerekirdi; ama bir iki plaza gazetesi iç sayfadan gördü ve geçildi bu eylem. Özü itibariyle 40 yaşlarında bir erkek, sevgilisinin kendisini terk etmesindeki hatalarını affettirmek için kendisini cezalandırarak Cevizlibağ Metrobüs durağında bir buçuk saat boyunca elinde “bir kadının onurunu kırdım, bütün kadınlardan özür dilerim” yazan bir pankart taşıdı. 40 yıl bekleyip bulduğu, görür görmez “işte bu” dediği bir aşkı kaybetmesinin nedenini şöyle açıklıyordu eylemci: “erkek öğretisi gereği sevgilimi sahiplendim ve olmayacak hatalar yaptım. O kadar yukarılara çıkardım ki onu benim yüzümden aşağılara düştü. Ve kadınlar o kadar onurlu ki düşerken hiçbir yerinden tutamazsınız. Tuttuğunuz yer elinizde kalıyor, kırılıp dökülüyor”. Bu açıklamayı okuduktan sonra tüylerim diken diken oldu. Bu eylemci arkadaşı kara kamunun gözünden dilinden esirgemek, saklayıp kollamak istedim. Bunca etkilendikten s...