Ahmet Orhan - 4 Eylül 2010 Öncelikle kişisel bir tercih olarak, milli ya da ulusal takım nitelemeleri yerine “karma” sözcüğünü benimsediğimi söylemek istiyorum. Millet ve ulus kavramlarının herhangi bir ülkenin yurttaşlarından seçilen futbol takımlarını tanımlamada eksik kaldığını düşünüyorum. İspanya, Almanya, Fransa gibi ülkelerin seçme takımlarını milli/ulusal yapan şey nedir ki, sorusuna hiç girmeden ‘karma’ sözcüğünü çok daha futbol içi bulduğumu söylemekle yetineyim şimdilik.
Bu hafta malum, 2012 Avrupa Şampiyonası grup maçları nedeniyle liglere ara verildi. Haftanın mana ve ehemmiyeti açısından Federasyon’un çıkarttığı TamSaha dergisi, karmanın teknik patronu Hiddink ile bir söyleşi yaptı. Soruyu soran kadar yanıtlayanın da akilliği ortaya ders almayan, ders vermeyen, neyse onu konuşan, sıradan ve normal bir söyleşi çıkarmış ortaya.
Söyleşinin satır aralarında nicedir kafamda evirip çevirdiğim bir karşılaştırmayı yazıya dökme olanağı bulduğum ipuçları yakaladığımı fark ettim. Türkiye Karması’nın Şenol Güneş’ten Ersun Yanal, Fatih Terim ve Guus Hiddink’e uzanan yakın döneminde her bir hocanın kendisine özgü ve birbirine hiç benzemez karakterler olduğunu görmek olanaklı. Şenol Güneş daha çok ailenin uzak damadı gibiydi. Ülke tarihinin en büyük başarısını elde etse de aile sohbetlerinde hep en sevilen damadın dehasının konuşulmasına engel olamadı. Ersun Yanal hesap kitap bilen beyaz eşya bayiini andırıyordu. Baş bayii olunca kağıt üzerindeki yetkilerini kullanamayacağını anlaması uzun sürmedi. Fatih Terim ise ara sıra sopa gösteren, dürten, ünleyen bir celep gibiydi. Hiddink ise mahallemize yeni dükkan açan bir fotoğrafçıyı anımsatıyor.
Hiddink’in başarılı kulüp (PSV, Real Madrid, Chelsea gibi) hocalığının ardından Güney Kore, Avustralya ve Rusya karmalarını çalıştırdı. Güney Kore’ye yarı final oynatmasının dışında diğer karmalarla turnuvalarda başarılı olamadı. Ama zaten başarısı bu iki ülke karmasını turnuvalara taşımasıydı. Üç ülkede de karmaların ve kulüplerin birer fotoğrafını çekerek federasyonlarına teslim etti. Can sıkan bir gerçekliğin fotoğrafını karşılarında bulan federasyonlar da kendilerine çekidüzen vermeye başladılar. Çekidüzen işinde Hiddink’in katkısı neydi, burası tartışılır. Ancak ilk ivmeyi yaratmış olması bile anlamlıydı. Avustralya’nın hala geleceğin ümit veren futbol ülkesi olarak algılanmasında onun payı büyüktür.
Yukarıda andığım söyleşide Türkiye’nin futbol ortamıyla ilgili de birkaç enstantane verdi bize: “Türkiye'de iki yönlü bir hedef var her zaman. Bir yandan Türkiye ligi, bir yandan da Avrupa'da başarı. Pek çok transfer Avrupa'da başarı için de yapılıyor. Ama başarısızlıklar bitmiyor. Bu durumda bence dönüp şuna bakmak lâzım; benim altyapı eğitimim nasıl, oradan bana neden bir fayda gelmiyor? O kadar yabancı getirince de başarısız olabilirsiniz, bir sürü genç oynatarak da. Ama sonuçta birinde daha az zararlı çıkarsınız, öyle değil mi?”
Bu fotoğraf, kulüp bazında yaşadığımız başarısızlıkların çok yalın bir özeti. Aslında Türkiye’de pek çok insanın dillendirdiği bir gerçeği, Hiddink bize şipşak, ayağının tozuyla gösteriveriyor. Karmaya ilişkin uzun soluklu bir ‘kalkınma’ planımızın olup olamayacağı sorusuna ise yine yalın bir yanıt veriyor: “Bu futbol ailesinin sorumluluğunda”. Yani o ailenin en büyük parçası olan kulüplerimizin sorumluluğunda. İşte o sorumluluk şu soruyu sormamızı gerekli kılıyor, U20’de harikalar yaratan genç yeteneklerin A takımlardaki düşüşlerinin nedeni nedir? Örneğin bir zamanlar Arda’dan bile yetenekli olduğu söylenen Serdar Özkan’ın Beşiktaş ve Galatasaray’daki kepaze futbolunun bir açıklaması olmalı değil mi? Beşiktaş, Fenerbahçe ve şimdi Trabzonspor’da forma şansı bulan ve ne fiziksel ne de mental olarak üzerine koyamayan Burak Yılmaz’ın hala örnek futbolcu olamamasının nedeni nedir? Mustafa Pektemek beklenen patlamayı yapabilecek mi yoksa bir Veysel Cihan vakasıyla mı karşı karşıyayız? Barış Memiş nerede?
Bu soruların yanıtları Hiddink’i hiç ilgilendirmez. O deklanşöre basmış ve bu konudaki misyonunu yerine getirmiştir. Artık elindeki malzemeyle kendisine tanınacak süre boyunca kolajlar yapmayı deneyecek. Ama tüm eforlarını Haziran-Eylül arası yabancı futbolcu transferine sarf edip sezon boyunca kulağının üzerine yatan yöneticilerin yanıtlanamayan bu sorularda mutlaka sorumluluğu var.
Yorumlar
Yorum Gönder