Ahmet Orhan - 9 Ocak 2010 Salah Birsel, bazı kötü insanları anlatmak için yaklaşık şöyle bir şaheser cümle kurmuştu: “(onlar) durgunluk zamanlarında kurbağa bokları gibi üstüste yapışarak suyun yüzeyine ulaşır ve nefes alılar. Bu durumdan da hiç şikâyetçi değillerdir.” Şu adına lig dediğimiz cadı kazanı biraz daha başlamazsa, korkarım, aşağıdaki gibi konularda dönüp duracağım.
Şimdi Alman savcılar iş başında ya; şurda şike var, burda maniplasyon var diyerek bir sürü organize küresel kumar işlerini açığa vuruyorlar hani. Biraz yakından bakınca suçlananlar arasında bahtsız bedeviler olduğunu da görüyoruz. Örneğin hakem dâhil 60 bin avro isteyen bir aracı nihayetinde 40 bine razı oluyor amma velâkin, ilgili maç ile ilgilenen birden fazla çete olduğundan örneğimizdeki aracı küresel ağa babalarına ve hinterlandına para kazandıramıyor. Buna rağmen Alman savcıların soruşturmasına konu olmaktan da kurtulamıyor elbette.
Dünya futbol tarihinde şike (şimdilerde maniplasyon diyorlar) hep olmuştur ve normai seyri içinde olması da beklenmelidir. Örneğin, hatır şikesi vardır; kulüp yöneticileri, teknik kadro ya da topçular ‘yahu bu düşmesin de o düşsün” diyerek bazı maçlarda yatabilir ya da azmanlaşabilirler. Bazı durumlarda bazı yöneticiler asla düşmek istemez ve rakip takıma ‘bir sakal atma’yı önerebilirler. Bazı durumlarda bazı yöneticilerin tuzu kurudur ve düşmek üzere olan rakiplerinden ‘bir sakal’ talep edebilirler. Bu listeyi, bu ahlaksızlık hallerini uzatmak mümkün tabi ki. Dikkatinizi çekti mi bilmem ama bu listedeki tüm ahlaksızlar futbol camiası içindeki bir takım “sütü bozuk” futbol insanından oluşuyor. Oysa yukarıda üstü kapalı anlattığım olayın tertipleycileri Sapina ve Cvrtak adında iki adet kim oldukları ve neye hizmet ettikleri bilinmeyen mafyözler.
Sadece futbol için konuşacak olursak; bugün Türkiye’de 600-700 milyon dolarlık bir pastadan söz ediliyor. Bu rakam sponsorların geri dönen karlarını ya da yukarıda sözü edilen manipülasyonları içermiyor. Kayıt içi bakiye dokuz ise kayıt dışının en az üç olacağını ayırtetmiş ‘bir ırkın afadı’yız ne de olsa. BirGün’ün bu sayfasında sürekli endüstriyel futbola karşı yazılar, haberler okuyorsunuz. Aslında süreci futbolla kısıtlayarak haksızlık ediyorum, endüstriyel spora karşı bir mücadelesi var bu sayfanın. İşte o mücadele ettiğimiz endüstrinin günümüz sprounda biri açık, diğeri gizli iki önemli ayağı olduğunu düşünüyorum: Sponsorlar ve bahis organizasyonları.
Eskiden, lütfen hatırlayınız, reklamveren vardı ama sponsor yoktu. O çok sevdiğimiz futbol takımımızın formasının göğsünde bir markaya ait logo bulunurdu. Bir de stadlardaki reklam panolarında bazı başka markalar görürdük. Reklamverenin yeşil sahalarımızdaki durumu bu ‘görsel’likten ibaretti. Bu sözünü ettiğim zaman biz ‘convertible’ ve ‘presentible’ olmadan önceydi. Bunları Özal ile birlikte duyduk. İşte o Özal Türkçesini bir anda Yunus Emre Türkçesine yeğ tutan yazar, çizer, siyasetçi, sanatçı, ihracatçı ve bakkal zevat, el birliğiyle gündelikçi sözlüğümüze sponsor’u ekleyiverdiler. Bir anda olmadı elbette, ikibinli yılların başını buldu bu dönüşüm; ama kökenleri Namık Kemal Zeybek’lerdedir lugatin.
İşte bu sponsor, reklamverenin aksine oyun’a müdahale etme hakkını görüyor knedisinde. Sözleşmesi var ve diyor ki: topçuların şöyle şöyle davranacak, yılda bilmem kaç kez benim etkinliğime gelecek ve illaha da şu marka ayakkabı giyecek…
Bu dayatmaya kimse ses çıkartmıyor aslında; çünkü çağdaş (ne demekse) futbolun ancak böyle ilerleyeceği konusunda hemen hemen tüm spor zevatı hemfikir neredeyse. Çünkü o zevatın yazıp çizdiği, konuştuğu gazete, TV ya da İnternet sitesinin de bir sponsoru var.
Küresel bahis organizasyonlarına bakcak olursak; aslında oradaki süreç de sponsorluktan farklı işlemiyor. Kitlenin kumar dürtülerine bırakılmış bir süreci birirleri zapturap altına alıyor. Kuralları ve kısıtlamaları koyuyor, ne yapılması- ne yapılmaması gerektiğini bildiriyor ve önündeki maçlara bakıyor.
O da sponsorlar gibi davranıyor, sadece kendisi yemiyor, bir takım aracıya da koklatıyor. Tıpkı sponsor gibi. Örneğin Türkiye Karması sponsorunun ürettrdiği ayakkabılar için ayda 1 doları Uzak Doğu’lu çocuklara koklattığı gibi. Herşey yolunda herşey kitabına uygun; ama biri savcılara konu, diğeri cumhurbaşkanlarına konuk.
Gün doğsa hep uyansak stadlara dayansak değişir mi acep bu düzen?
Şimdi Alman savcılar iş başında ya; şurda şike var, burda maniplasyon var diyerek bir sürü organize küresel kumar işlerini açığa vuruyorlar hani. Biraz yakından bakınca suçlananlar arasında bahtsız bedeviler olduğunu da görüyoruz. Örneğin hakem dâhil 60 bin avro isteyen bir aracı nihayetinde 40 bine razı oluyor amma velâkin, ilgili maç ile ilgilenen birden fazla çete olduğundan örneğimizdeki aracı küresel ağa babalarına ve hinterlandına para kazandıramıyor. Buna rağmen Alman savcıların soruşturmasına konu olmaktan da kurtulamıyor elbette.
Dünya futbol tarihinde şike (şimdilerde maniplasyon diyorlar) hep olmuştur ve normai seyri içinde olması da beklenmelidir. Örneğin, hatır şikesi vardır; kulüp yöneticileri, teknik kadro ya da topçular ‘yahu bu düşmesin de o düşsün” diyerek bazı maçlarda yatabilir ya da azmanlaşabilirler. Bazı durumlarda bazı yöneticiler asla düşmek istemez ve rakip takıma ‘bir sakal atma’yı önerebilirler. Bazı durumlarda bazı yöneticilerin tuzu kurudur ve düşmek üzere olan rakiplerinden ‘bir sakal’ talep edebilirler. Bu listeyi, bu ahlaksızlık hallerini uzatmak mümkün tabi ki. Dikkatinizi çekti mi bilmem ama bu listedeki tüm ahlaksızlar futbol camiası içindeki bir takım “sütü bozuk” futbol insanından oluşuyor. Oysa yukarıda üstü kapalı anlattığım olayın tertipleycileri Sapina ve Cvrtak adında iki adet kim oldukları ve neye hizmet ettikleri bilinmeyen mafyözler.
Sadece futbol için konuşacak olursak; bugün Türkiye’de 600-700 milyon dolarlık bir pastadan söz ediliyor. Bu rakam sponsorların geri dönen karlarını ya da yukarıda sözü edilen manipülasyonları içermiyor. Kayıt içi bakiye dokuz ise kayıt dışının en az üç olacağını ayırtetmiş ‘bir ırkın afadı’yız ne de olsa. BirGün’ün bu sayfasında sürekli endüstriyel futbola karşı yazılar, haberler okuyorsunuz. Aslında süreci futbolla kısıtlayarak haksızlık ediyorum, endüstriyel spora karşı bir mücadelesi var bu sayfanın. İşte o mücadele ettiğimiz endüstrinin günümüz sprounda biri açık, diğeri gizli iki önemli ayağı olduğunu düşünüyorum: Sponsorlar ve bahis organizasyonları.
Eskiden, lütfen hatırlayınız, reklamveren vardı ama sponsor yoktu. O çok sevdiğimiz futbol takımımızın formasının göğsünde bir markaya ait logo bulunurdu. Bir de stadlardaki reklam panolarında bazı başka markalar görürdük. Reklamverenin yeşil sahalarımızdaki durumu bu ‘görsel’likten ibaretti. Bu sözünü ettiğim zaman biz ‘convertible’ ve ‘presentible’ olmadan önceydi. Bunları Özal ile birlikte duyduk. İşte o Özal Türkçesini bir anda Yunus Emre Türkçesine yeğ tutan yazar, çizer, siyasetçi, sanatçı, ihracatçı ve bakkal zevat, el birliğiyle gündelikçi sözlüğümüze sponsor’u ekleyiverdiler. Bir anda olmadı elbette, ikibinli yılların başını buldu bu dönüşüm; ama kökenleri Namık Kemal Zeybek’lerdedir lugatin.
İşte bu sponsor, reklamverenin aksine oyun’a müdahale etme hakkını görüyor knedisinde. Sözleşmesi var ve diyor ki: topçuların şöyle şöyle davranacak, yılda bilmem kaç kez benim etkinliğime gelecek ve illaha da şu marka ayakkabı giyecek…
Bu dayatmaya kimse ses çıkartmıyor aslında; çünkü çağdaş (ne demekse) futbolun ancak böyle ilerleyeceği konusunda hemen hemen tüm spor zevatı hemfikir neredeyse. Çünkü o zevatın yazıp çizdiği, konuştuğu gazete, TV ya da İnternet sitesinin de bir sponsoru var.
Küresel bahis organizasyonlarına bakcak olursak; aslında oradaki süreç de sponsorluktan farklı işlemiyor. Kitlenin kumar dürtülerine bırakılmış bir süreci birirleri zapturap altına alıyor. Kuralları ve kısıtlamaları koyuyor, ne yapılması- ne yapılmaması gerektiğini bildiriyor ve önündeki maçlara bakıyor.
O da sponsorlar gibi davranıyor, sadece kendisi yemiyor, bir takım aracıya da koklatıyor. Tıpkı sponsor gibi. Örneğin Türkiye Karması sponsorunun ürettrdiği ayakkabılar için ayda 1 doları Uzak Doğu’lu çocuklara koklattığı gibi. Herşey yolunda herşey kitabına uygun; ama biri savcılara konu, diğeri cumhurbaşkanlarına konuk.
Gün doğsa hep uyansak stadlara dayansak değişir mi acep bu düzen?
Yorumlar
Yorum Gönder