Ana içeriğe atla

AlKaraKartal'dan devam!

Sevgili Hrant Ağabey

Ahmet Orhan - 16 Ocak 2010 Üç yıl oldu, diyorlar. Doğrudur. Ala güvercin kanatlarını çırpıp göğe ağışının üçüncü yılı. Yokluğun hakkında konuşurken etnik meseleye dokunmayan birisini görsem, gidip öpesim geliyor. Ah bir görsem! Bu yüzden Türkiye ve Ermenistan karmalarının Erivan ve Bursa’daki maçlarından söz etmeyeceğim.

Taksimspor formalı fotoğrafına bakıyorum arada sırada. Üç çubuklu formayla dimdik duruşunu seviyorum. Hani nasıl her bir dakika Türk olduğumu hatırlamıyor ve bunu kendime söylemiyorsam; senin Ermeniliğini de sürekli aklımda tutmuyorum. Ama yine de Taksimspor’un web sayfasında gezinirken şu satırlarda adını arıyorum: “Taksimspor, bünyesinde Lefter Küçükandoniadis, Garbis İstanbulluoglu, Varujan Arslanyan, Yervant Balci, Mehmet Özgül, Agop Yakar, Minas Asa ve Garo Hamamciyan gibi birçok sporcu yetiştirmiştir.” Kendimi avutuyorum sonra, sadece sporcuları yazmışlar “ünlü”leri de yazsalardı kesin senin adını da anarlardı. Sonra bir tokat gibi patlıyor suratımda bir adın yokluğu. Bırak karmayı, Süper Lig’de bir Lefter’in, Garbis’in yokluğu, Varujan’ın, Hrant’ın…

İşte o süper ligden söz edesim var ağabey. Hafta içi bir ihale ile önümüzdeki dört yıl boyunca yayın hakları yıllık 321 milyon dolara satıldı ligimizin. Senin Taksimspor üzerinden benimse Varlıkspor üzerinden aydığım, tadına vardığım futbolumuzun en üst ligi.
Bir maçta aldığı kafa darbesiyle burnu kırılan Maradona Talip’in hastane masraflarını Fethi Bakkal üstlenir örneğin. Ya da senin giydiğin formayı Tokatlıyan Pasajı’ndaki Artun Usta veya Bekir Amca karşılıksız olarak üretir. Çünkü o zamanlar “amatör” sözcüğü, acemi anlamına gelmiyordu henüz. Futbol için “bizim mahallenin çocukları” demekti. Güzel bir tınısı vardı. Oysa şimdi senin de formasını giydiğin bu güzel coğrafyanın futboluna kurmaca bir değer biçerek (vergi ve ekstraları dâhil yıllık 500 milyon dolar) “budünyasızlaştırma”ya çalışıyorlar. Yani senden benden almaya, bizim göz ucuyla bile bakamayacağımız bir yere koymaya çalışıyorlar. Bizi sevmiyorlar nedense. O dimdik durduğun fotoğrafa bir bak! O duruştan hoşlanmıyorlar işte, eğil istiyorlar. Eğdirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Türkiye karmasının Türk Silahlı Kuvvetleri kadar manevi değeri olduğunu söyletiyorlar eskiden saygı duyduğumuz bir kaptana. Bülentler, Ünallar besliyorlar yeni Fatihler yaratabilir miyiz diye. Türk bayrağı önünde poz verirse tüm günahlarından arınacak bir kuşağın süreğen olmasını istiyorlar. Futbol “milli” olmazsa başarı şansı olmayacak diye korkuyorlar. Çünkü bildikleri tek başarı kupa, bildikleri tek motivasyon aracı “milli” hamaset. O hamaset seni bizden koparıyor biliyorsun, onlarınsa burada bile timsah gözyaşları var.

Bu lige değerinin çok üzerinde paralar ödeyerek bu ülkeye nasıl bir zarar verdiklerinin farkındalar aslında. Paranın kendisi bir meta olarak sağlığa zararlıdır ya hani, sağlıkları bozulduğu için yapıyorlar bunu. Hani o güzelim replik vardır ya, Münir Özkul amcamızın ‘Bizim Aile’deki muhteşem repliği, işte sadece bunu hakediyorlar:
“Bak beyim;
Sana iki çift lafım var: Koskoca adamsın, paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde… Ama ben boşuna konuşuyorum... Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum... Sen büyük patron, milyarder, fabrikalar sahibi Saim Bey... Sen mi büyüksün? Hayır! Ben büyüğüm, yani Yaşar Usta. Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok… Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun! Dokunma artık aileme!”

Futbol bizde kalsın beyaz adam, sen yeşil dolarlarını al ve git!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini...

Futbolun Doğruları ve Delegasyon

Ahmet Orhan - 28 Ağustos 2010 Geçen hafta Beşiktaş ve Galatasaray’ın yenilgileri üzerine yeniden o bildik tartışma başladı. Yabancı teknik direktörler Türkiye’yi tanımıyor. Başarısız sonuçların faturası böylelikle “yabancı” hocalara kesilmiş oldu. Avrupa’nın beşinci büyük ligi olma iddiasındaki Spor Toto Süper Ligi’nin hala tanınmayı talep ediyor olmasındaki çelişki kimsenin dikkatini çekmiyor. Hem beşinci büyük olmayı hem de tanınmayı talep edenler, farkında olmadan ya ülkeye getirilen teknik adamların sadece 4 büyük ligi izleyebilme kapasitesine sahip olduklarını ya dördüncü ile beşinci arasındaki farkın ciddi bir uçurum olduğunu ya da Avrupa’nın sadece dört büyük ligden oluştuğunu, beşincisinin yalan olduğunu gizliden kabul etmiş oluyor. Her ligin kendi yerel farklılıklarının önemli olduğunu kabul etmekle birlikte futbolun doğrularının da hakkını teslim etmek gerekiyor. Beşiktaş-İBB Spor maçının başından sonuna ev sahibi takımın üstün bir maç çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Bele...

Özür Dilemeyi Bilmek

Ahmet Orhan - 26.12.2009 Geçen hafta İstanbul müthiş bir eylemle çalkalandı. Aslında çalkalanması gerekirdi; ama bir iki plaza gazetesi iç sayfadan gördü ve geçildi bu eylem. Özü itibariyle 40 yaşlarında bir erkek, sevgilisinin kendisini terk etmesindeki hatalarını affettirmek için kendisini cezalandırarak Cevizlibağ Metrobüs durağında bir buçuk saat boyunca elinde “bir kadının onurunu kırdım, bütün kadınlardan özür dilerim” yazan bir pankart taşıdı. 40 yıl bekleyip bulduğu, görür görmez “işte bu” dediği bir aşkı kaybetmesinin nedenini şöyle açıklıyordu eylemci: “erkek öğretisi gereği sevgilimi sahiplendim ve olmayacak hatalar yaptım. O kadar yukarılara çıkardım ki onu benim yüzümden aşağılara düştü. Ve kadınlar o kadar onurlu ki düşerken hiçbir yerinden tutamazsınız. Tuttuğunuz yer elinizde kalıyor, kırılıp dökülüyor”. Bu açıklamayı okuduktan sonra tüylerim diken diken oldu. Bu eylemci arkadaşı kara kamunun gözünden dilinden esirgemek, saklayıp kollamak istedim. Bunca etkilendikten s...