Ana içeriğe atla

AlKaraKartal'dan devam!

Hepimiz aldatıyoruz

Ahmet Orhan - 10 Nisan 2010 Yıllardır aynı yastığa baş koyduğu hayat yoldaşını her fırsatta aldatan eşler gibiyiz hepimiz. Gönül verdiğimiz renkleri annemizin liginde bırakıp, her fırsatta La Liga’ya ya da Premier Lig’e kilitleniyoruz, şehvetle. Hatta işi biraz daha ileri götürüp Arjantin ve Brezilya liglerine dadananların sayısı da artıyor her geçen gün. Erkek ya da kadın hiçbir eşin aldatılmayı hak etiğini düşünmüyorum; ancak ligimiz, aldatılmayı fazlasıyla hak ediyor bence.

Puanı oyunun önüne koyan, taktiği sadece puantajda düşünebilen, strateji diye bir sözcüğü lügatine dahi almayan bir ligden söz ediyoruz. Geçtiğimiz haftalarda izlediğimiz Galatasaray-Fenerbahçe derbisi bunun en iyi örneğiydi. Piyasa değerleri yaklaşık 150 milyon Euro’ya varan iki takım futbol oynamamak için çabalayadursun, aşağı yukarı aynı değere sahip iki Fransız takımı Lyon ve Bordo Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynadılar.

Bizdeki futbol baronları, kalıcı başarının ‘parayı bastırıp en iyisini getirmek’ten geçtiğini düşündükleri için; onlara altyapı dediğinizde sadece kentin kanalizasyon sistemi geliyor akıllarına. Öte yandan futbol borsası olarak tarif edebileceğimiz Transfermarkt sitesine göre, piyasa değeri 514 milyon Euro olan fezanın takımı Barcelona’da tam 9 oyuncu altyapıdan yetişmiş durumda. Bu 9 oyuncunun bugünkü değerleri ise 310 milyon Euro civarında. Yani borsada işlem gören meblağın yarısından fazlası öz sermaye. Bu paraların hak edilen paralar olup olmadığını tartışmak bir başka yazının konusu olabilir elbette. Buradaki milyon Euroların yerine fasulyeler koyarak da hesaplama yapılabilir. Puyol – Pique, Xavi-İniesta-Messi ve Bojan, 310 fasulye ederindeki bu 9 futbolcudan 6’sı ve takımın bugünkü omurgasını oluşturuyorlar. Örneğin Fenerbahçe’nin A takım kadrosunda adı geçen; ancak kendilerini seyretme fırsatını asla yakalayamadığımız altyapıdan gelen oyuncuların ederlerinin bir Bojan kadar etmediğini söylersem durumu daha iyi anlatmış olurum sanırım. Bununla birlikte takımın iskeletini Lugano, Emre, Alex ve Güiza oluşturuyor. Fasulyeleri varın siz hesap edin artık.

Günü kurtarmak üzerine puantaj taktiğine dalmış olan futbolumuzda niçin altyapıdan oyuncu çıkarılamadığı sorusunun da basit bir yanıtı var. Çünkü 14-15 yaşındaki çocuklara yatırım yapıp onlara futbolu değil; futbolcu olmayı öğretmek için sadece muhasebeci gibi puan hesaplayan teknik direktörlerden ve her yıl paraları kanalizasyonlara akıtmakta beis görmeyen yöneticilerden fazlasına ihtiyaç var. Meşakkatli bir çalışmaya kendisini adamış ‘öğretmen’ler gerekiyor bu iş için. Herr Daum’un kariyeri daim olsun, daha çok kazansın inşallah; ama daha çok Gordon Milnelere, Abdullah Avcılara ihtiyacı var bu ülkenin.

Biz bu ligi aldatmaya ne zaman son verebiliriz? Uzak bir bağlantı gibi görünebilir; ama bu sezon gelebilecek bir Bursaspor şampiyonluğu bizi annemizin ligine bağlayabilir. Üç büyüklerin kendine çeki düzen vermelerini sağlayabilir bu şampiyonluk. Aynı zamanda Anadolu kulüplerinin de bahanelerini ellerinden alır. Oligarşinin bu ülkede şampiyonu belirlediği mazereti hükümsüz kalır. “Verin bana Fener’i her yıl şampiyon yaparım” diyen yerli teknik direktörlerimize de iyi bir ders olur. Kısacası bu şampiyonluk yıllar süren, heyecanını yitirmiş bir ilişkide romantik bir evlilik yıldönümü yemeği gibi gelebilir bize. Yoksa bu ilişkiyi hep fantezilerle ittirip yürütmeye çalışarak geldiğimiz nokta burasıdır. Buradan bir adım daha öteye gitmeyecek gibi görünüyor.

Şu istatistiğe bakar mısınız, Messi’nin kaleye çektiği her dört şuttan birisi gol oluyor. İşte biraz da bu yüzden bugün İnönü Stadı’na gidip Beşiktaş – Trabzonspor mesaimizi tamamlayacağız ve hemen ilk bulduğumuz TV’nin karşısına kurulacağız. El Classico var bu akşam. Kripton’dan gelen Messi mi, El Fatima’dan sonraki Portekiz mucizesi Ronaldo’mu? Bu karşılaştırma bile insanın nefesini kesmeye yetiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini...

Futbolun Doğruları ve Delegasyon

Ahmet Orhan - 28 Ağustos 2010 Geçen hafta Beşiktaş ve Galatasaray’ın yenilgileri üzerine yeniden o bildik tartışma başladı. Yabancı teknik direktörler Türkiye’yi tanımıyor. Başarısız sonuçların faturası böylelikle “yabancı” hocalara kesilmiş oldu. Avrupa’nın beşinci büyük ligi olma iddiasındaki Spor Toto Süper Ligi’nin hala tanınmayı talep ediyor olmasındaki çelişki kimsenin dikkatini çekmiyor. Hem beşinci büyük olmayı hem de tanınmayı talep edenler, farkında olmadan ya ülkeye getirilen teknik adamların sadece 4 büyük ligi izleyebilme kapasitesine sahip olduklarını ya dördüncü ile beşinci arasındaki farkın ciddi bir uçurum olduğunu ya da Avrupa’nın sadece dört büyük ligden oluştuğunu, beşincisinin yalan olduğunu gizliden kabul etmiş oluyor. Her ligin kendi yerel farklılıklarının önemli olduğunu kabul etmekle birlikte futbolun doğrularının da hakkını teslim etmek gerekiyor. Beşiktaş-İBB Spor maçının başından sonuna ev sahibi takımın üstün bir maç çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Bele...

Özür Dilemeyi Bilmek

Ahmet Orhan - 26.12.2009 Geçen hafta İstanbul müthiş bir eylemle çalkalandı. Aslında çalkalanması gerekirdi; ama bir iki plaza gazetesi iç sayfadan gördü ve geçildi bu eylem. Özü itibariyle 40 yaşlarında bir erkek, sevgilisinin kendisini terk etmesindeki hatalarını affettirmek için kendisini cezalandırarak Cevizlibağ Metrobüs durağında bir buçuk saat boyunca elinde “bir kadının onurunu kırdım, bütün kadınlardan özür dilerim” yazan bir pankart taşıdı. 40 yıl bekleyip bulduğu, görür görmez “işte bu” dediği bir aşkı kaybetmesinin nedenini şöyle açıklıyordu eylemci: “erkek öğretisi gereği sevgilimi sahiplendim ve olmayacak hatalar yaptım. O kadar yukarılara çıkardım ki onu benim yüzümden aşağılara düştü. Ve kadınlar o kadar onurlu ki düşerken hiçbir yerinden tutamazsınız. Tuttuğunuz yer elinizde kalıyor, kırılıp dökülüyor”. Bu açıklamayı okuduktan sonra tüylerim diken diken oldu. Bu eylemci arkadaşı kara kamunun gözünden dilinden esirgemek, saklayıp kollamak istedim. Bunca etkilendikten s...