Ahmet Orhan - 3 Nisan 2010 Milliyetçiliğin açık bir biçimde, öz değerlendirmeyi sakil bırakan bir körlük olduğunu hemen her gün hatırlatan birkaç durumla karşı karşıya geliyorum. Esnaf ve eş dost sohbetlerinde, ana haber ve gazete manşetlerinde, yerli dizi ve filmlerde, maç anlatımları ve yorumlarında, yani yaşam alanımın her bir noktasında.
Matteo Ferrari, hem de federasyonun dergisinde ne demiş? Türkiye futbolunda taktik yok, demiş. Okuyucusunun milli şuuruna olan inancı zayıf olan Fotomaç da bu söyleşiyi aktarırken, hem Ferrari’yi hem de okuru, hizaya davet etmiş manşette: “Haddini Aştı”. Hani söyleşiden yola çıkıp bir yorum yazmış olsa, içim yanmayacak. Öyle ya da böyle bir görüş sergilemiş, manşetteki iddiasını temellendirmiş, diyeceğim. Oysa detayda, Tam Saha dergisinde yayımlanan söyleşiyi olduğu gibi aktarmış gazetemiz. Türkiye Karması’nın savunma göbeğini oluşturan Servet ve Gökhan Zan’ın nasıl bir taktik çerçevesinde oynadığı anlatabilirdi hâlbuki. Yaradana sığınıp topa abanma taktiğinin inceliklerine değinilebilirdi. Bir pivot santrafor bulunup defanstan, orta sahadan top şişirme taktiğinin erdemleri sıralanabilirdi. Futbolcuları kurulmuş bir zemberek gibi gererek sahaya sürmenin en değerli taktik olduğunu da mı söylemez insan.
Futbolun bu kadar sevildiği bir ülkede, futbol üzerine yazılan kitapların kaç adet sattığına bakma şansınız oldu mu hiç? Eğer baktıysanız, futbolsever ülkemizin binde birinin bile futbol kitapları okumadığını görürsünüz. Hal böyle olunca, manşet atma yetkilisi de okumuyor elbette. Böylece, Halit Kıvanç’ın “Futbol Diye Diye” ve Metin Kurt’un futbol öyküsünü anlatan “Gladyatör” adlı kitaplardaki şu bölümden de haberdar olunamıyor: “… Alf Ramsey,… ‘Dostça söyleyeyim mi?’ demişti. Döneriniz futbolunuzdan daha güzel. Dönerinizi yedim, çok güzeldi. Futbolunuzu da seyrettim, pek bir şey anlamadım. Türk takımındaki oyuncular sanki ilk kez birbirleriyle oynuyorlardı… Arada iyi şeyler de yaptığınız oluyor; ama çoğu zaman oyuncularınızın ne yapmak istediği anlaşılamıyor…” Bu değerlendirmenin yapıldığı tarih 1970. Ferrari’nin açıklamasından tam 40 yıl önce, biz aynı şeyleri bir İtalyan’dan değil, 1966 yılının İngiliz Karması’nı dünya şampiyonu yapan teknik adamından duyuyoruz.
Bu 40 yıldan bu yana elbette çok şey değişti, Türkiye Karması dünya üçüncüsü oldu örneğin. Ama tam da Ferrari’nin dediği gibi bir ekole sahip olamadı Türkiye futbolu. Milliyetçi körlüğün göremediği, aslında gördüğü halde kör kaldığı durum tam da bu işte. Üçüncüsü olduğunuz dünya kupasında bir daha boy gösteremediniz. Hakem mi yaktı sizi, Fatih’iniz Bizans oyunlarına mı yenik düştü, yoksa rakiplere joker gelirken siz yine mi tek taşa dönüyordunuz. Aradan 40 yıl geçtikten sonra hala Karma’nın başına geçireceğiniz teknik direktör seçiminde gösterge çizelgeniz Uranüs’ten Mars’a kadar uzanıyorsa, sizin galaksi konusunda herhangi bir bilginiz yok demektir. Gezegeninizin evrenin merkezinde yer almadığına Barcelona güneş sistemini her gözlemlediğinizde siz de uyanmış durumdasınız aslında; ama sonar kalkanlarınızdan yansıyan ışık, gözlerinizi almaya devam ediyor hala.
Roberto Carlos, ülkesine döner dönmez Fenerbahçe’deki günleri ile ilgili bir açıklama yapmış ve takımda bir ‘sevgisizlik’ durumunun egemen olduğunu söylemişti. Milliyetçi körlük, bu açıklamaya da hop oturup hop kalkmıştı, hatırlarsanız. Oysa bir futbol fenomeninin eleştirisini, futbol üzerine değil de insanın en temel ihtiyaçlarından birisi olan ‘sevgi’ üzerine kurmuş olmasının bir anlamı vardı. Asla ‘yüreğinin götürdüğü yere’ gidemeyen, ayağı sürçüp düşen milliyetçiliğin her ayağa kalktığında düşmesine gerekçe olarak bir suçlu arayıp bulması şaşırtıcı değil.
Öte yandan, ‘haddini aşan adam’ın kendi ülkesi hakkında söylediklerini de dikkate almanız gerekmez mi? “İtalyan futbolunun sorunu muhafazakâr olması. Kendilerini hala dünyanın en önemli futbol merkezi sanıyorlar. Bu nedenle İtalyan takımları Şampiyonlar Ligi’nde varlık gösteremiyor.” Bu açıklamaya İtalyan futbol âleminden de bir tepki gelir mi bilinmez. Ama bizdeki kör refleksin ‘haddini bil, hizaya gel’ çizgisinde kaldığı sürece, ne yeşil çayırlarda ne de ay feza problemlerinde bir ilerleme kaydedemeyeceğimiz aşikâr.
Yorumlar
Yorum Gönder