Ahmet Orhan - 6 Şubat 2010 Ankaralı olanlarınız bilir. Radyo ODTÜ’de dinleyip sevdiğimiz bir radyo kahramanı vardı; Şenol Günbayrak. Şu şarkı sözünü dilimize pelesenk etmiştik, o zamanlar: “Aşkta seni seçtim diyorsun/ Ben Pikachu değilim ki!” İşte seçen öznenin, seçilen nesne üzerinde kurduğu baskıya seçilen nesnenin bir başkaldırısı.
Oysa hep tersini görüyoruz; seçilen özne, seçen nesnenin canına fena okuyor çağdaş demokrasi oyununda. Hafta içi gazetelerinde bir haber vardı, “Beşiktaş’ta yeni yönetim mazbatayı aldı”. Törende Demirören Grubu’nu temsilen konuşan Başkan Yıldırım Demirören, kendisine (listesine değil, kendisine) oy veren vermeyen herkese teşekkür ettikten sonra konuşmasını şöyle sürdürmüş: “Beşiktaş tarihinde ilk defa 20 sandıkta, 20’ye sıfır çıkmıştır (…) Yine söylüyorum, 20-0 Beşiktaş tarihinde bir ilktir. Herkes bunu böyle bilsin, böyle hareket etsin". Mazbata sözcüğü zapt’tan değil zabıt kökünden geliyor, yani bir anlamda kayıt tutma. Ama Başkan bu sözcüğü zapturapt altına alma olarak yorumlamış olacak ki, mazbatayı alır almaz herkesi hizaya davet etmiş: Bana oy veren vermeyen herkes haddini bilecek! Niçin? Artık o bir (yeniden) seçilmiş özne olduğu için. Tıpkı canlı yayın ihalesini kazanan dijital platformun ayağının tozuyla “artık kulüpler de kendilerine çekidüzen vermeliler” diye bir açıklama yapmaları gibi. Niçin çekidüzen verecek kulüpler, çünkü ben kazananım!
Her türden tahakküm ilişkisinin belli bir ideolojiye dayanan gündelik politikalardan beslendiğini ve gündelik politikaları beslediğini söylemek için bu gazetenin uygun sayfası burası değil elbette. Ancak çatır çatır siyaset yapıp, seçime siyaset karıştı diye hüngür hüngür olan bir grup temsilcisinin yeri Beşiktaş başkanlık koltuğuysa, bu yazı da siyasetin ne olduğu ne olmadığı üzerine kurulabilir elbette.
Entelektüel iklimden nasibini neredeyse hiç alamamış olan futbol ortamımızda siyaset sözcüğünün kullanımı, futbolcuların “bir anlık konsantre eksikliği” tanımlaması kadar gülünç. Seçim öncesi Anadolu derneklerini tek tek dolaşırken, üç yıl boyunca telefonlarına bile çıkmayacağınız dernek yöneticileriyle yemekler yiyip, sohbetler ederken siyaset yapmıyorsanız ne yapıyorsunuz acaba? “Seçime siyaset karıştı” diyerek kongre üyeleri arasında yer alan MHP ve CHP yandaşlarına, “AKP destekli bir rakibim var, aman birleşin” mesajı verirken siyaset yapmıyorsanız ne yapıyorsunuz acaba?
Gelelim siyaset sanatının Oscar ödüllerinin dağıtıldığı seçim törenine. Yaklaşık 12 bin seçmenli Beşiktaş kongresinde kullanılan oy sayısı 7.343. Oysa kimlik kartı alan kongre üyesi sayısı 7.596. Kongre kartını aldığı halde sandığa gitmeyen seçmen sayısı 4.657. Bunlardan da 253 kişi salona gitmiş, kabine de girmiş oyunu da atmış. Ancak 'geçersiz oy' kullanarak pusulalara şöyle şeyler yazmışlar: Süleyman Seba, Hakkı Yeten, Pascal Nouma, alayına gider...
Demirören toplam oyların yüzde 37.55’siyle (4.506 oy) yeniden Oscar’ı alıyor. Toplam seçmen sayısının yaklaşık üçte birinin oyunu alarak 12 bin kişiye haddini bildirme yetkisini de kazanıyor Başkan. Yani 'Başkan Babamızın Son Baharı’nda 3 yıllık bir pastırma yazı peydahlanıveriyor.
1690 yılında 'Yönetim Üzerine İki İnceleme' adlı yapıtında İngiliz felsefeci John Locke (bu ön bilgiyi verdim ki, 'Lost' dizisinin Locke’uyla karıştırılmasın), çağdaşı olan Thomas Hobbes’u şöyle azarlamıştı: “İnsanların kendilerine sansarlar veya tilkiler tarafından yapılabilecek fenalıklardan kaçınmaya çalışırken aslanlar tarafından yutulmaya razı olacaklarını, hatta bunun daha güvenli olduğunu sanacak kadar aptal olduklarını nasıl düşünebilirsin”.
Sansarlar ve tilkiler, Demirören’ler ve Aksu’lar, CHP’ler ve AKP’ler… Hiç değişmiyor bu. Oysa öte yanda kucağına itildiğimiz bir aç aslanlar topluluğu var. Bizi o aslanların kucağına iteklerken oyalamak için elimize birer oy pusulası tutuşturuyorlar. Her seçim oyunundan sonra aslanlar biraz daha yiyor, biraz daha semiriyor. Spor sayfasının ruhuna uygun olarak, o aslanlar topluluğunun endüstriyel futbolun baronları olduğunu söylemek isterim. Tüm o UEFA’lar, FIFA’lar, TFF’ler, Digi’ler, İddaacılar ve diğerleri... Hep bizimle beslenen ama hiç doymayan...
Söz endüstriyel olana gelmişken “seçilemezsem paramı hemen ödersiniz” diyen ‘para peşin kırmızı meşin’ci başkana Marx’ın şu güzel sözünü ithaf etmek isterim:
“Burjuvazi, insanı doğal efendilerine bağlayan çeşitli feodal ilişkileri acımasızca paramparça etti ve insanla insan arasında çıplak öz çıkardan, vicdansız ‘peşin para’dan başka hiçbir bağ bırakmadı.”
Oysa hep tersini görüyoruz; seçilen özne, seçen nesnenin canına fena okuyor çağdaş demokrasi oyununda. Hafta içi gazetelerinde bir haber vardı, “Beşiktaş’ta yeni yönetim mazbatayı aldı”. Törende Demirören Grubu’nu temsilen konuşan Başkan Yıldırım Demirören, kendisine (listesine değil, kendisine) oy veren vermeyen herkese teşekkür ettikten sonra konuşmasını şöyle sürdürmüş: “Beşiktaş tarihinde ilk defa 20 sandıkta, 20’ye sıfır çıkmıştır (…) Yine söylüyorum, 20-0 Beşiktaş tarihinde bir ilktir. Herkes bunu böyle bilsin, böyle hareket etsin". Mazbata sözcüğü zapt’tan değil zabıt kökünden geliyor, yani bir anlamda kayıt tutma. Ama Başkan bu sözcüğü zapturapt altına alma olarak yorumlamış olacak ki, mazbatayı alır almaz herkesi hizaya davet etmiş: Bana oy veren vermeyen herkes haddini bilecek! Niçin? Artık o bir (yeniden) seçilmiş özne olduğu için. Tıpkı canlı yayın ihalesini kazanan dijital platformun ayağının tozuyla “artık kulüpler de kendilerine çekidüzen vermeliler” diye bir açıklama yapmaları gibi. Niçin çekidüzen verecek kulüpler, çünkü ben kazananım!
Her türden tahakküm ilişkisinin belli bir ideolojiye dayanan gündelik politikalardan beslendiğini ve gündelik politikaları beslediğini söylemek için bu gazetenin uygun sayfası burası değil elbette. Ancak çatır çatır siyaset yapıp, seçime siyaset karıştı diye hüngür hüngür olan bir grup temsilcisinin yeri Beşiktaş başkanlık koltuğuysa, bu yazı da siyasetin ne olduğu ne olmadığı üzerine kurulabilir elbette.
Entelektüel iklimden nasibini neredeyse hiç alamamış olan futbol ortamımızda siyaset sözcüğünün kullanımı, futbolcuların “bir anlık konsantre eksikliği” tanımlaması kadar gülünç. Seçim öncesi Anadolu derneklerini tek tek dolaşırken, üç yıl boyunca telefonlarına bile çıkmayacağınız dernek yöneticileriyle yemekler yiyip, sohbetler ederken siyaset yapmıyorsanız ne yapıyorsunuz acaba? “Seçime siyaset karıştı” diyerek kongre üyeleri arasında yer alan MHP ve CHP yandaşlarına, “AKP destekli bir rakibim var, aman birleşin” mesajı verirken siyaset yapmıyorsanız ne yapıyorsunuz acaba?
Gelelim siyaset sanatının Oscar ödüllerinin dağıtıldığı seçim törenine. Yaklaşık 12 bin seçmenli Beşiktaş kongresinde kullanılan oy sayısı 7.343. Oysa kimlik kartı alan kongre üyesi sayısı 7.596. Kongre kartını aldığı halde sandığa gitmeyen seçmen sayısı 4.657. Bunlardan da 253 kişi salona gitmiş, kabine de girmiş oyunu da atmış. Ancak 'geçersiz oy' kullanarak pusulalara şöyle şeyler yazmışlar: Süleyman Seba, Hakkı Yeten, Pascal Nouma, alayına gider...
Demirören toplam oyların yüzde 37.55’siyle (4.506 oy) yeniden Oscar’ı alıyor. Toplam seçmen sayısının yaklaşık üçte birinin oyunu alarak 12 bin kişiye haddini bildirme yetkisini de kazanıyor Başkan. Yani 'Başkan Babamızın Son Baharı’nda 3 yıllık bir pastırma yazı peydahlanıveriyor.
1690 yılında 'Yönetim Üzerine İki İnceleme' adlı yapıtında İngiliz felsefeci John Locke (bu ön bilgiyi verdim ki, 'Lost' dizisinin Locke’uyla karıştırılmasın), çağdaşı olan Thomas Hobbes’u şöyle azarlamıştı: “İnsanların kendilerine sansarlar veya tilkiler tarafından yapılabilecek fenalıklardan kaçınmaya çalışırken aslanlar tarafından yutulmaya razı olacaklarını, hatta bunun daha güvenli olduğunu sanacak kadar aptal olduklarını nasıl düşünebilirsin”.
Sansarlar ve tilkiler, Demirören’ler ve Aksu’lar, CHP’ler ve AKP’ler… Hiç değişmiyor bu. Oysa öte yanda kucağına itildiğimiz bir aç aslanlar topluluğu var. Bizi o aslanların kucağına iteklerken oyalamak için elimize birer oy pusulası tutuşturuyorlar. Her seçim oyunundan sonra aslanlar biraz daha yiyor, biraz daha semiriyor. Spor sayfasının ruhuna uygun olarak, o aslanlar topluluğunun endüstriyel futbolun baronları olduğunu söylemek isterim. Tüm o UEFA’lar, FIFA’lar, TFF’ler, Digi’ler, İddaacılar ve diğerleri... Hep bizimle beslenen ama hiç doymayan...
Söz endüstriyel olana gelmişken “seçilemezsem paramı hemen ödersiniz” diyen ‘para peşin kırmızı meşin’ci başkana Marx’ın şu güzel sözünü ithaf etmek isterim:
“Burjuvazi, insanı doğal efendilerine bağlayan çeşitli feodal ilişkileri acımasızca paramparça etti ve insanla insan arasında çıplak öz çıkardan, vicdansız ‘peşin para’dan başka hiçbir bağ bırakmadı.”
Yorumlar
Yorum Gönder