Ana içeriğe atla

AlKaraKartal'dan devam!

Maradona Malatya’da Doğsaydı

Ahmet Orhan - 13 Şubat 2010 Sosyal paylaşım sitelerinin böyle bir faydası oluyor. Bu hafta ne yazsam diye düşünürken, web üzerinden aldığınız bir aşı, sizi bir anda uç uca eklenerek uzayan bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yazı da böyle bir yolculuk işte.

Bu sitelerinin birinde Maradona’dan bir alıntı vardı. "Biz futbolcular, sürekli üzerimizde çok baskı olduğundan yakınırız. Baskı, ancak evlerine beş peso getirip çocuklarını geçindiremeyen insanların üzerinde olur. Binlerce dolar alıp, sahaya çıkıp oynuyoruz ve ağzımızı açınca stresten bahsediyoruz... Stres bu ülkede, sabahın altısında kalkanlar içindir, lanet olsun ki." Peşine düşünce Otonom yayınlarından çıkan ‘Futbolistas’ - Futbol ve Latin Amerika adlı bir kitaptan alındığını gördüm. Bu kitabı atlamışım. Alıntıyı birkaç kez okuduktan sonra, Maradona Malatya’da doğsaydı Ahmet Kaya olurdu, diye geçirdim içimden. Dikine dikine konuşan, paparazzilere pompalıyla karşılık veren, koluna Che, baldırına Fidel dövdüren bu topçuyla, ülkenin en karanlık günlerinde acılara tutunarak, şafaklara türkü söyleyen, “tam otuz sene aç yaşadım bu ülkede” diyen ve Kürtçe klip hayaliyle sürgünde kalbine yenik düşen bu protest adam arasında bir paralellik buldum nedense.

Futbolcularla işçileri, Maradona gibi karşılaştırarak buradan bir sonuca varmak elbette ki çok da doğru bir yaklaşım değil. Hayatını, kariyerini futbolcu sendikasına adamış, hatta bu uğurda harcamış Metin Kurt’a haksızlık en azından. Zaten endüstriyel vaziyetlerin futbolu bunca bol sıfırlı parayla kirletmesi başlı başına bir mücadele alanıyken sorun, basitçe kim ne kadar kazanıyordan daha farklı bir şey.

Biliyoruz ki, endüstriyel vaziyetler öncelikle taraftarı ve izleyicileri sömürürken hemen ardında futbolcuların kanıyla besleniyor. Hep vitrindekilere odaklanan izler çevre, Ronaldo’nun dudak uçuklatan yevmiyesini konuşadursun, ağır bir sakatlık nedeniyle futbol hayatları biten topçulara neler olduğu konusuyla ilgilenmiyor bile. Haftanın 7 günü saatlerce süren futbol tartışmalarında Alper Tezcan’ın adı kaç kez anıldı acaba? Galatasaray’ın UEFA madalyalı genç futbolcusu, 89. dakikada girdiği Galatasaray – Bologna maçının 91. dakikasında ayağı kırılarak oyunu terk etmiş ve sonrasında hayatı kararmıştı. Geleceğin yıldız adayları arasında gösterilirken, sakatlığı nedeniyle futbol hayatını amatörde sürdürmek zorunda kalan Tezcan, onbirinci ameliyatından sonra isyan etmiş ve UEFA madalyasını satışa çıkarmıştı.

Aynı takımda yıllar önce oynamış olan Metin abisinin sendika çabalarını belki duymamış belki de duyup burun kıvırmıştı. Ama hiçbir sosyal güvenceye sahip olunmayan bir sektörde henüz kariyerinin başında kırık bacağıyla kalakaldı işte. Tezcan bugün 29 yaşında, yani futbol hayatının en olgun, en verimli olması beklenen bir dönemde. Evine beş pesoyla dönen ve çocuklarını besleyemeyen babanın üzerinde hissettiği baskıyla, Tezcan’ı hasta anne ve babasını tedavi ettirebilmek için madalyasını satışa çıkarmaya zorlayan baskı çok mu farklı sizce?
Ahmet Kaya’nın TEKEL işçilerinin çadırından Maradona’ya yanıtı şöyle olabilir miydi: “Emeğinle geçiniyorsan, baskı her yerde gözüm!”.

Alper Tezcan örneklerden sadece bir tanesi. Olmasın öyle bir şey; ama bugün Arda’nın futbol hayatını bitirecek bir sakatlığı olsa, o zaten dünyalığını yapmıştır, diyecek pek çok futbol sever bulunacaktır. Ama o dünyalık, Adnan Polat’ın dünyalığı değil maalesef; üç günde eriyecek bir dünyalık.

Futbolcuların da aslında emekçi olduğunu hatırlamamızda; ama en önemlisi kendilerinin hatırlamasında büyük yarar var. Endüstriye vaziyetlere karşı direnebilmek için resmin eksik parçalarından birisinin de futbolcular sendikası olduğunu söylemek gerekmez mi?

Direniş çadırlarıyla yeşil çayırları birbirinden ayıran şey, sınıfın kan bağındaki küçük bir kırılma noktası olsa gerek.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Revivo ve Ashdod FC

Ahmet Orhan - 5 Haziran 2010 Yükü insani yardım ve 9 ölü olan Mavi Marmara, İsrail SAT komandoları tarafından limana çekilmeden önce Ashdod diye bir kentin adını hiç duymamıştım. O kentin Ashdod FC adında bir futbol takımı olduğunu ve Haim Revivo’nun, doğduğu bu kentin takımında, şimdi non-executive director olduğunu da hiç bilmiyordum. Bu sezon Maccabi Hayfa’nın 77 puanla şampiyon olarak tamamladığı ligde Ashdod, 43 puanla 6. sırada bitirdi. Sadece mavi renklere sahip olan kulübün içerdeki maçlarını sarı kırmızılı forma ile oynamaya başlamasını Revivo’nun kulüpteki varlığına bağlayanlar var. Ashdod takımı 27 kişilik kadrosunda Bosna Hersek, Hırvatistan, Uruguay, Rusya, Sırbistan, Kamerun, Etiyopya, Fransa ve Bulgaristan’dan oyuncular bulunduruyor. 2004-2005 yılında en parlak sezonunu yaşayan takım UEFA Kupası’na katılma hakkını elde etti. Toto kupasında ise finale kadar yükselseler de penaltı vuruşları sonucunda Slovenya takımına kaybettiler. Mustafa Denizli Fenerbahçe’deki kariyerin

Fevzi’nin kaleci kazağı ve bir veda

Ahmet Orhan - 2 Ekim 2010 28 Ekim 2001’de Beşiktaş, Denizlispor deplasmanına giderken dört galibiyet, iki beraberlik ve üç mağlubiyetle ağır bir kriz sürecinde seyrediyordu. Daha bir hafta önce İnönü’de 2-0 öne geçtiği Galatasaray karşısında galibiyeti koruyamamış ve 2-2’ye tekabül eden tek puanla yetinmek zorunda kalmıştı. Kaleyi Fevzi Tuncay korumuştu. Denizli deplasmanında maçın henüz beşinci dakikasında bir hafta önce Galatasaray’dan yediği golün bir kopyasını yedi Fevzi. 21. dakika geldiğinde Fevzi, yandan gelen bir antrenman topunu iki eliyle tutup içeriye aldı: 2-0. O dakikalar, futbol izleyicisi olarak benim ve belki de tüm ülke futbolseverlerinin yüreklerini ezen sahnelere sahip oldu. Yaptığı hatanın faturasını kendisine kesmek isteyen Fevzi kafasını direklere vuruyordu. İkinci yarı Beşiktaş önce Bayram’ın sonra da İlhan Mansız’ın golleriyle eşitliği sağladı. Gol sevincini içine giydiği 22 numaralı Fevzi’nin kaleci kazağını göstererek yaşayan İlhan, hepimizin gözlerini

Sevgili Hrant Ağabey

Ahmet Orhan - 16 Ocak 2010 Üç yıl oldu, diyorlar. Doğrudur. Ala güvercin kanatlarını çırpıp göğe ağışının üçüncü yılı. Yokluğun hakkında konuşurken etnik meseleye dokunmayan birisini görsem, gidip öpesim geliyor. Ah bir görsem! Bu yüzden Türkiye ve Ermenistan karmalarının Erivan ve Bursa’daki maçlarından söz etmeyeceğim. Taksimspor formalı fotoğrafına bakıyorum arada sırada. Üç çubuklu formayla dimdik duruşunu seviyorum. Hani nasıl her bir dakika Türk olduğumu hatırlamıyor ve bunu kendime söylemiyorsam; senin Ermeniliğini de sürekli aklımda tutmuyorum. Ama yine de Taksimspor’un web sayfasında gezinirken şu satırlarda adını arıyorum: “Taksimspor, bünyesinde Lefter Küçükandoniadis, Garbis İstanbulluoglu, Varujan Arslanyan, Yervant Balci, Mehmet Özgül, Agop Yakar, Minas Asa ve Garo Hamamciyan gibi birçok sporcu yetiştirmiştir.” Kendimi avutuyorum sonra, sadece sporcuları yazmışlar “ünlü”leri de yazsalardı kesin senin adını da anarlardı. Sonra bir tokat gibi patlıyor suratımda bir adın yo